UYANMA PROJESİ

Farkında olmadan bizler kime, kimlere, hangi sisteme hizmet ediyoruz? kimin tarafıyız? Bu dünyada olmuş, olan ve olacak savaşlar sadece hak ve batıl savaşıdır.
Bu siteyi hazırlamama sebep, h.z İbrahimin ateşini söndürmeye giden karınca misali tarafımızı belli etmektir.

Ü,Keskin

3 Şubat 2011 Perşembe

Anadolu’da 64 Bin Kafatası niçin ölçüldü ?


1930’lı yılarda düzenlenen Türk Tarih kurumu Toplantı tutanakları olan kitapları buldum Fen Lisesinin tarihi kitaplığında. Tarihçiler Türk’ün tanımını yaparken özellikle Atatürk’ün sarı saçlı mavi gözlü ve beyaz ırk formuna benzer ve Brakisefal örneğinde olduğu hakkında tebliğler vermişlerdi. Bahsi geçen tebliğ metinlerini hayretler içinde okudum. Atatürk dalkavukları onu öve  öve  göklere çıkarıyor ve onun kafatasını Türk ırkının en iyi örneği kabul ediyordu.
Afet İnan adındaki şakşakçı bir hanımın harita üzerinde Alaiye şehir ismini bir çırpıda değiştirip Alanya yaptığını öğrenince tarihi tersinden araştırmaya ve sorgulamaya karar verdim. Atatürk’ün kafatasında ilahi özelik arayanlar Belçikalı kafatası profesörü PİTTARD’a Türk ırkının kafatası formülü bile çıkarmışlardı. 1930’lu yıların sonlarında önce Atatürk’ün kafatası ölçülmüş, daha sonra Anadolu’nun her yerinden mezarlar açılarak kafatasları ölçülmüştü. Adana Türkocağı’nın davetlisi olarak konferans vermeye gelen Reha Oğuz Türkan ile özel bir sohbet ortamında “Anadolu’da kaç kafatası ölçüldü?” sorusunu sordum. Ve orada “Ben dahil 64 bin kafatası ölçüldü” cevabını vermişti.


Yazının üstteki kısmını kim kaleme aldı bilmiyorum çünkü belirtilmemiş.Lakin günümüzde sıklıkla kullanılan “Kafatası Milliyetçiliği” terimi de ayrı bir anlam kazanıyor bunları okuduktan sonra.Görülen o ki tıpkı Hitler’in Üstün Irk,Ari Irk araştırmalarından esinlenilerek böyle bir çalışmaya girişilmiş ve nihayetinde ölmüş insanlara dahi mezarlarında rahat verilmemiş.En üstün ırk bizim Irkımızdır ispatı için insanlar yaşıyor yada ölmüş olsun birer kobay gibi kullanılmış.Mimar Sinan’ın KAfatasının da ölçüm için alınıp sonradan ortadan kaybolduğunu bilmekteyiz.Belki o arşivler hiçbir zaman açılmayacak ve tarihte bir gizem olarak kalacak belkide birgün bir cesur insan çıkıp ne var ne yok ortaya döküverecek.Bakalım zaman ne gösterecek ?
Yazımızın devamında Wikipedi ‘de konuyla ilgili yazılmış olan şeylere de yer vermek istiyorum.Belki ilginizi çekebilir.
Kafatası ölçümü, kafatası kemiklerinin uzunluklarının ölçümüne dayananan teknik.
Yirminci yüzyıl başlarında antropolojistler tarafından insan popülasyonlarını kategorilendirmek için başvurulan en yaygın yöntemden biriydi. Amerikalı antropolog Carleton Stevens Coon tarafından 1960′lı yıllara kadar kafatası indeksi insanları kategorilendirmek için kullanılmıştır. Sadece Amerika’da beyaz ırktan olanlar Coon’un kitabında yer verdiği şekilde Kafkas ırkından diye adlandırılmaktadır.[1]
Kafatası ölçümü, 20. yüzyılın ortasına kadar bilimsel ırkçılıkta, ırkların karakteristiklerinin tasnifinde kullanılmıştır. Bu ölçüm, 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupalı Ari ırk ve üstün ırk ideolojilerine temel oluşturmuştur.
Kafatası endeksi, kafanın azami genişliğinin azami uzunluğuna bölümünün 100 ile çarpılmasıyla hesaplanır (yatay düzlemde veya önden arkaya doğru). Hesaplanan gösterge 75′den küçük ise kafatası, üstten bakıldığında uzun ve dar demektir. Bu tip kafatasları dolikosefal (İngilizce:dolichocephalic) olarak adlandırılır ve tipik Avusturalya yerlileri Aborjinler ve Güney Afrika yerlileri bu sınıfa girer. Endeks 75 ile 80 arasında ise kafatası neredeyse ovaldir (yuvarlak). Bu tip kafataslarına mezosefal (İngilizce: mesaticephalic) denir ve tipik Avrupalı ve Çinlilerde görülür. 80 ve üzeri endekse sahip kafatasları geniş ve kısadır ve brakisefal (İngilizce:brachycephalic) olarak adlandırılır. Bu sınıftaki kafataslarına daha çok Moğollar ve Andaman ve Nikobar adaları yerlilerinde görülür.[2]
Yirminci yüzyılın başlarında insan popülasyonlarını kategorileştirmek için yaygın olarak kullanılmıştır. ABD’li antropolojist Carleton Stevens Coon, fiziksel antropoloji araştırmalarında, insan popülasyonlarının sınıflandırılması için 1960′lı yıllara kadar kafatası endeksi yöntemine de başvurmuştur.
Günümüzde kafatası endeksi, insan popülasyonlarının tasnifinde kullanılan yöntemler arasında değildir. Bu yöntem sadece bireylerin görünümlerinin tanımlanmasında ve Fetüs’ün yaşının belirlenmesinde kanuni haller ve gebelik ile ilgili sebeplerde başvurulmaktadır.
Hayvanların tasnifinde özellikle kedi ve köpeklerin sınıflandırılmasında kafatası endeksi kullanılır.
Sadece kafatası eni ve boyunun oranına dayanan kafatası indeksi yöntemi yerine modern tıpta kapsamlı yüz ve kafa iskeleti yapısı ölçümüne dayanan ve paleoantropolojide, fiziksel antropolojide kullanılan ve Adli tıp’ın başvurduğu kafatası ölçüm bilimi olan antropometri (İngilizce:Craniofacial anthropometry) kabul gören bir tekniktir. Kafatası antropometrisinde, kafatası bulunan ölülerin ve hatta fosillerin plastik yöntemler ile yüzlerinin hayattaykenki görünüşlerinin yeniden oluşturulmasında yararlanılmaktadır.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Zülkarneyn kimdir ? Yecüc ve Mecüc ve Çin Seddi ilişkisi


“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık. Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında, onların önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir millet buldu. “Ey Zülkarneyn!” dediler, “Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi vermeyi teklif ediyoruz, ne dersin?” O da şöyle cevap verdi: “Rabbimin bana verdiği imkânlar, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım. Demir kütleleri getirin bana!” Zülkarneyn iki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince: “Körükleyin!” dedi. Tam onu bir ateş haline getirince, “Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim.” dedi. Artık o Ye’cüc ve Me’cüc’ün, ne seddi aşmaya, ne de onda delik açmaya güçleri yetmedi. Zülkarneyn: “Bu, Rabbimden bir rahmettir, bir lütuftur, dedi. Rabbimin tayin ettiği vakit gelince, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi mutlaka gerçekleşir”(Kehf, 18/90-98).
Bu konu eskiden beri alimler arasında tartışmalı olan Kur’an’ın “mübhematı” denilen belirsiz yerlerden biridir. Bizim anlattıklarımız, alimlerin görüşlerini yansıtmaktan ibarettir.
Kur’an’da coğrafik konumuyla birlikte tasvir edilen zulkarneyn seddi genellikle tefsirciler tarafından –bu tasvire uygun olarak- uzak doğu bölgelerinde olduğuna hükmedilmiştir.
Kadı Beyzavî’nin içinde bulunduğu bazı alimler bunun Azerbeycan ile Ermenistan tarafında, Türkistan topraklarının bittiği yerde olduğunu söylemişlerdir.
Zemahşerî ve Ebu’s-Suud’un da içinde bulunduğu diğer bir kısım alimlere göre, Kur’an’da ifade edilen iki dağdan maksat Türk toprağının bittiği yerdir. Eğer bundan maksat maveraunnehir denilen küçük Türkistan ise, bu görüş Çin seddi yerine işaret etmektedir(bk. Elmalılı, ilgili ayetin tefsiri).
Bediüzzaman said Nursi’ de bu görüşü benimsemiştir.
Bugün bu meşhur Çin Seddi bu vasıfları taşımaktadır. Görenlerin anlattıkları da bu merkezdedir.
İlgili ayetlerde -mealen- yer alan “Nihayet güneşin doğduğu yere varınca” ifadesinden güneşin orada bulunmadığını değil, bulunduğunu anlamak gerekir. “Onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık” ifadesinden ise, Zulkarneyn’in en son fethettiği yerin, medenî yaşayıştan uzak, ilkel(çıplak, evsiz, barksız) yaşayan bir uzak doğu topluluğunu anlamak gerekir.
Bununla beraber, yukarıdaki açıklamayı iki yorum halinde verebiliriz:
Birincisi: Zulkarneyn, Japonya, Kore, Çin bölgesine varmıştır. Orası, dağ veya ağaç gibi -güneşten biraz olsun koruyan- bir örtünün olmadığı bir yer idi.
İkincisi: Orası, çıplak, evsiz, barksız olarak yaşayan ilkel bir topluluk vardı(bk. Şevkânî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
Ayrıca, Zulkarneyn’in yaptığı sed –Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi- Çin seddidir. Buna göre, “onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık” ifadesinden, onların güneşin üzerine ilk doğduğu bir bölgenin insanları olduğunu anlamak da mümkündür. Bu ifadeyle, en uzak doğu sayılan Çin bölgesine işaret etmekle, yapılan seddin de Çin Seddi olduğuna bir ima yapılmıştır.
Veli mi, peygamber mi olduğu hususunda kesin bir şey söylenemeyen Hz. Zülkarneyn hakkında Bediüzzaman Hazretleri “Yemen Padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır’dan ders almış” derken onun velî olduğuna işaret etmekte, bir başka ifadesinde de “Zülkarneyn olan İskender-i Kebirin (Büyük İskender’in) nübüvvetkfirâne (peygambere yaraşır bir şekilde) irşadatıyla” (Lem’alar, s. 100-101) derken peygamberliğine işaret ettiği anlaşılmaktadır. Pek çok tefsirlerde de peygamber olduğu görüşü ağırlıktadır.
Çin Şeddini de Hz. Zülkarneyn yapmıştır. Kur’ân’ın ifadesiyle Ye’cüc ve Me’cüc olarak isimlendirilen Mançur, Moğol ve Kırgız kabileleri, Hindistan ve Çin bölgesinde yaşayan mazlum ve masum insanlara pek çok defalar saldırıp vahşî bir şekilde öldürüyorlardı. Bu bozguncu ve çapulcu millet, Himalaya dağlarının arka taraflarında yaşamaktaydı. Girdikleri yerde âdeta taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş bırakmıyorlardı.
İşte bu zalim ve gaddar milletlerin zulüm ve tecavüzlerinden, çevrede yaşayan kavimleri kurtarmak için Hz. Zülkarneyn Çin Şeddini yapmıştır. Böylece zalimlerin önüne duvardan bir perde ve zulümlerine karşı da taştan bir bina dikilmiş oldu. Ansiklopedilerde geçen bilgilere göre, daha sonraları Çin hükümdarları bu şeddi genişletip, uzatmışlar, zamanla da bakımını yaparak bu güne kadar gelmesine vesile olmuşlardır.
“Acâib-i seb’a-i âlemden”, yani dünyanın yedi harikasından sayılan Hz. Zülkarneyn’in yapmış olduğu sedlerden birisi olan “Çin Şeddi” binlerce sene yaşadığı halde meydanda duruyor.” İnsanın eliyle zemin (yeryüzü) sahi-fesine yayılan, mücessem, mütehaccir (taşlaşmış), manidar; tarih-i kadimden (geçmiş tarihten) uzun bir satır olarak okunuyor.” (Şualar, s. 58-61)
Bu seddin harap olmasıyla kıyametin de kopmasını Kur’ân’ın nasıl işaret ettiğini iki nükte şeklinde izah eden Bediüzzaman şöyle demektedir:
“Bu sed nasıl harap olacak, öyle de, bu sed dahi dağ gibi metindir. Ancak dünyanın harap olmasıyla hâk ile yeksan (yerle bir) olabilir. İnkılâbat-ı zaman tahribat yapsa da çoğu sağlam kalır.”
Meşhur olan Çin Şeddinden başka daha birçok sedler de yapılmıştır. Bunlardan İskender-i Rûmî gibi cihangir ve kuvvetli hükümdarlar maddî olarak, bazı peygamber ve veliler de manevî bakımdan “o Zülkarneyn arkasından gidip, iktida edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarındaki sedleri, sonra dağlar başlarında kaleleri kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşad ve tedbirleriyle tesis etmişler.” Yine Roma krallarından birisi İngiltere’de, İran Nüşirevanlarmdan diğer birisi de Kafkas dağlarında Derbent taraflarında, çapulcu ve bozguncu Tatar milletinin hücumunu durdurmak için Hz. Zülkarneyn gibi sedler inşa etmişler.
Bu hususta daha geniş bilgi için isimlerini verdiğimiz eserlere de müracaat edilebilir.
Kaynak : sorularlaislamiyet.com

30 Ocak 2011 Pazar

Yahudi yazardan Atatürk’le ilgili Şok iddialar


1911′in yağmurlu bir Kudüs akşamında bir barda gazeteci Ben-Avi’ye sırrını açıklayan çakırkeyf genç Osmanlı subayı modern laik Türkiye’nin kurucusu Atatürk müydü?
Bundan bir sene önce 24 Temmuz 2007′de The New York Sun editörü Hillel Halkin, köşesine ilginç iddialar taşıdı. Adalet ve Kalkınma Partisi?nin yüzde 47 ile kazandığı seçimlerden iki gün sonra yazdığı yazıda Halkin, bundan 13 yıl kadar önce yazdığı bir makaleyle ilgili olarak ortaya çıkan yeni kanıtları ileri sürdü.
Ben-Avi adlı bir gazetecinin otobiyografisine dayandırdığı iddiasına göre Atatürk bir Yahudi Dönmesi’ydi.* ?O zamanlar Türkiye?sinde ayaklanmalar başlatacağından ve laik devrimi devireceğinden endişe? ederek yayınladığı yazısına, 2007′de e-postayla gelen cevaptaki diğer kanıtları da bu yazısında paylaştı.
TIMETURK’ün ortaya çıkardığı bu yazının tercümesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
Atatürk’ün Türkiye’si devrildi
Bundan 12 ya da 13 yıl kadar önce haftalık New York gazetesi Forward için çalışırken modern laik Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk hakkında bir yazı yazdım ve biraz da endişeyle gazeteye yolladım.
Yazıda, Atatürk’ün babasının Yahudi, daha da net bir ifadeyle, Dönme olma olasılığıyla ilgili kanıtlar sunmuştum.

Dönmeler*, 17′nci yüzyıl Mesihlik iddiasındaki Türk-Yahudi?si Sabetay Sevi’nin İslam’a dönmesinin ardından ona inanmaya devam eden takipçilerinin oluşturduğu heretik** Yahudi tarikatıdır.
Sevi?ye öykünerek Yahudi gizil hayatlarına devam eden ve dışarı karşı Müslüman görünen ayrı ve gölgeler içindeki grup varlığını 20?nci yüzyıla başarıyla taşıdı.
Birçok biyografide Atatürk?ün babasıyla ilgili 3 ya da 4 farklı geçmiş verilir. Her ne kadar kimse onu Yahudi olarak tanımlamadıysa da, bunların farklılığı onun aile orijinin sakladığını düşündürmektedir.
Bu kanıt, her ne kadar sınırlı da olsa, oldukça şaşırtıcıydı. Yahudi gazeteci Itamar Ben-Avi?nin Uzun zamandır unutulmuş otobiyografisinde 1911?in geç kışında yağmurlu bir Kudüs akşamında barda tanıştığı genç bir yüzbaşıyı anlattığı bölüm bu kanıtın en güçlü yanıydı.
Çok fazla arak***  içmekten çakırkeyif olan yüzbaşı sadece tüm Dönme ve Yahudilerin bileceği ancak hiçbir Müslüman Türk?ün bilemeyeceği Shema Yisra’el ya da Duy ey İsrail! duasının İbranice açılış sözlerini ezberden okuyarak Ben-Avi?ye Yahudi olduğu sırrını verdi. Yazdığına göre, 10 yıl sonra, Ben-Avi, bir gazeteyi açtığında manşette Türkiye?de bir darbe olduğunu ve fotoğraftaki liderin o gece tanıştığı genç subay olduğunu gördü.
O sıralar, Atatürk tarzı laikliğe İslamcı siyasi muhalefet güç kazanıyordu. Merak ediyordum, New York’ta Yahudi bir gazete modern Türkiye’nin kurucusunun yarı Yahudi olduğunu ilan etse ne olurdu? Ayaklanmalar, Atatürk’ün heykellerinin yıkılışı, onlarla yarattığı laik devletin sallandığı gözlerimin önüne geldi.
Tasalarımı kendime saklayabilirdim. Makale Forward’da yayınlandı ve herhangi bir yerden doğru dürüst bir geri dönüş olmadı ve Türkiye?de hayat eskisi gibi devam etti. Bildiğim kadarıyla yazdığımı tek bir Türk bile okumadı. Sonrasında, birkaç ay önce, okumuş olan birinden bir e-posta aldım. Adını vermeyeceğim. Bir Avrupa ülkesinde yaşayan, iyi eğitimli, finans sektöründe çalışan ve sadık laik bir Kemalist olan bu kişi bana Forward’da makaleme rastladığını ve onunla ilgili tarihi araştırma yapmaya karar verdiğini yazdı.
Atatürk’ün gerçekten de, 1911′in geç kışında Libya’da İtalyanlarla savaşan Türk kuvvetlerine katılmak için Mısır’dan Şam’a gittiğini ve rotasının Ben-Avi’nin onunla tanıştığını iddia ettiği yerden yani Kudüs’ten geçmiş olabileceğini keşfettiğini aktardı.
Daha da ötesi, 1911?de Atatürk?ün gerçekten yüzbaşı olduğunu ve Ben-Avi?nin otobiyografisini yazdığında bilemeyeceği alkol düşkünlüğünün de tutarlı olduğunu belirtti.
E-postanın Türk sahibinin parçaları birleştirerek ulaştığı başka bir şey de şu: Atatürk?ün doğduğu ve büyüdüğü Selanik, onun zamanında yüksek Dönme nüfusu olan büyük bir Yahudi şehriydi. Atatürk’ün gittiği Şemsi Efendi okulu da, Dönme topluğu lideri Simon Zvi tarafından yönetiliyordu. E-posta şu sözlerle noktalanıyordu: ?Şimdi biliyorum, gerçekten biliyorum (ve bir parça bile şüphem yok), Atatürk?ün ailesi gerçekten Yahudi soyundan?.
Zaten benim de en ufak bir şüphem yoktu. Köşemin olası sonuçlarının azametiyle ilgili sanrılardan artık acı çekmediğimden değil, aynı zamanda Kemalist Türkiye’nin laik varlığının yıkılacağından korkmaya ihtiyaç olmadığından bu sefer daha az endişem vardı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin rakipleri karşısında laik Türkiye’nin, en azından Atatürk’ün öngördüğü şeklinin, tarihte kaldığını bile söylemenin mümkün olabileceği ezici bir zaferle tekrar iktidara döndüğü iki gün önceki Türk seçimlerinde resmen ve geri dönülmez şekilde yıkıldı.
Gerçekten sistematik olarak gizlemeye çalıştığı Atatürk?ün Yahudiliği, her şeyin üstünde, onun zamanında neredeyse her Türk’ün büyüdüğü din olan İslam’a karşı sert düşmanlığı ve İslamcı paydaşının sürüldüğü katı bir Türk milliyetçiliği yaratmadaki çelik iradesi gibi onun hakkında birçok şeyi açıklıyor.
I. Dünya Savaşı?nda Hıristiyan Ermeni soykırımından ve 1920′lerde neredeyse tüm Hıristiyan Rumları sürmesinden sonra Türkiye?nin yüzde 99′unu oluşturan Müslüman çoğunluğunun dini kimliğini fena şekilde silmek isteyen bir dini azınlığın üyesinden başka kim olabilirdi?
Atatürk asla Yahudi geçmişinden utanır gibi görünmedi. Sakladı çünkü saklamamak siyasi bir intihar olurdu. Onun mirası laik Türk devleti de bunu sakladı ve bununla beraber içinde niyetleri ve amaçlarının olduğu asla yayınlanmayan kişisel günlüğü de devlet sırrı olarak bunca yıl gizlendi. Artık saklamaya ihtiyaç yok. İslamcı karşıdevrim o ortaya çıkmadan bile Türkiye’de günü kazandı.
* Dönmeler: Sabetaycılık, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabatay Sevi’nin kurucusu olduğu, onu mesih kabul eden, Yahudi Mistisizmine ve Kabbala’ya dayanan inanç. (Vikipedia)
** heretik: batıl
*** akar: pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı

Deccalin Gelişinin Temelleri – Bölüm Analizi


Ve İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım.İçlerinden Riya’ya sapmamış,Samimi kulların müstesna” dedi. (Hicr Suresi 39-40 Ayetler)
İşte o günden beri süregelen bir savaş var ortada.İyi ile Kötü’nün,doğru ile yanlışın,Hak ile Batıl’ın savaşı.Okuyacağınız bu yazı Dizisi Son derece önemli bilgiler içermesiyle benzersizdir.Anlatım Resmin tamamını görebilmeniz için Kilit Röportajlarla desteklenmektedir.Tüm Dünyadaki İnsanların gerçekte nelerin olup bittiğini anlayabilmesi için bilincimizi arttıralım ve elimizden geldiği kadar bu bilgileri başkalarına ulaştıralım.Bu değişim ve bilinçlenme için her bir kişiye ihtiyacımız var.Gelenler Belgeselinin çekilmesi ve yayılması için çok emek sarfedildi.Bu sebeple bu Belgeseli Hazırlayan Noreagaa,Achernahr,Freedomtou,Abdullah Hashem’s ve emeği geçen her bir kimseye ayrı ayrı teşekkürler.
Allahın İnayetiyle kaç kişi arındırılmıştır ? VE kaç kişi kendini Şeytan’a hizmet etmeye adamıştır ?
Lütfen dikkatli bir şekilde okuyalım :
Bismillahirrahmanirrahim
“Hz. Süleyman’ın (a.s.) Mülk ve Saltanatı konusunda onlar,Şeytan’ların vesveselerine  inandılar.Halbuki Hz. Süleyman (a.s.) Küfre sapmamıştı.Ancak Şeytanlar küfre sapmıştı.VE Babil’de Harut ve Marut isimli iki Melek İnsanlara büyüyü öğretiyorlardı.Oysa ki o iki Melek :” Biz bir İmtihan aracıyız,sakın Küfre sapma ! demedikçe İnsanlara hiçbirşey öğretmiyorlardı.İnsanlar onlardan Erkekle,Hanımının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı.Ne varki onlar,öğrendikleriyle Allah’ın (c.c.) izni olmadan hiçkimseye zarar veremezler.Onlar kendilerine fayda vermeyen fakat zarar veren şeyleri öğreniyorlardı.Yemin olsun ki ;  O ‘nu (Büyüyü) satın alanın Ahirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir.Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür.Bir bilselerdi !” (Bakara Suresi : 102. Ayet)
Peki bu Sure’nin önemi nerededir ?


Kudüs’ün Fethinden 20 Yıl sonra Kubbetüs Sahra,Hz. Süleyman’ın (a.s.) Tapınağının Şövalyeleri yada Tampliye Şövalyeleri isimli Savaşçı bir Rahip Topluluğu tarafından ele geçirilmiştir.Kudüs’e gelen Şövalyeler zamanla Hristiyanlık öğretilerinden uzaklaşmaya başladılar.Eski Yahudi Büyücülüğü olan Kabala’yı,Karanlık Gizemleri ve Ritüellerini öğrenmeye başladılar.Yahudiler bu Sanatı Firavun’un esiri oldukları dönemde Eski Mısır Putperest ve Büyücülerinden öğrenmişlerdir.Ve Nebukadnezar Döneminde Babil’de geliştirmişlerdir.1307 Yılında Fransa Kralı Philippe Hz. İsa’yı (a.s.) reddetme,Eşcinsellik,putperestlik ve büyücülük suçlamaları ile Tapınakçıları  hapsetmiştir.Fakat bu gelişme sonlarını getirmemiştir.Babil ve Eski Mısır’da başlayan bu ritüel ve uygulamalar bugünde yapılmaktadır.
Eski Amerika Başkanlarından Baba Bush (George Bush’un Babası ) Senato’da konuşurken şu sözleri sarfetti :
” Söz konusu olan şey Küçük bir Ülkeden daha fazlasıdır… Büyük bir amaç… Bu Yeni bir Dünya Düzenidir.”
Yüzyıllardır bunları yapmaktalar.Gölgelerden ve Perde Arkasından Büyük Savaşları,Devrimleri ve Ekonomik Buhranları düzenlemişlerdir.Okuduğunuz,duyduğunuz ve gördüğünüz herşeyi kontrol ediyorlar.Toplumlara kendi düşünce ve doktrinlerini kalıplaşmış bir şekilde empoze ediyorlar.Gölgelerden sinsi bir şekilde Yeni bir Ekonomik,sosyal Düzen inşa ediyorlar.Yapılandırdıkları Küresel Denetim ve Deccal’in Gelişi için yaptıkları hazırlıkların delilleri her yerde açık bir şekilde görünmektedir.Deliller için Lütfen okumaya ve takip etmeye devam edin.
Devam edecek İnşallah…

29 Ocak 2011 Cumartesi

Satanizm ve Rock Müzik- Metal Müzik ilişkisi


Led Zeppelin, Michael Jackson, Beatles, Madonna, Metallica, Eagles, Rolling Stones, “Dikkatli” müzikseverler, her biri rock müzik tarihinde birer kilometre taşına dönüşmüş bütün bu solist ve grupların birçok sevilen parçasında son yıllarda ardarda “şeytana övgüler içeren bölümler” yakalıyorlar.
Pekiyi, nasıl oluyor da sözleri görünüşte son derece anlaşılır ve masum olan, dahası yıllardır müzikseverler tarafından keyifle mırıldanılan bunca ünlü şarkıda “satanizm propagandası” yapılabiliyor? Cevap, tam da şeytani bir zekâya yaraşır cinsten: Satanist propaganda cümleleri bu tip şarkılar sadece geriye doğru çalındığında duyulabiliyor!
Madonna’nın piyasaya ilk kez sürüldüğü 1987 yılında müzik listelerini altüst eden ve günümüzde de genç kuşaklarca hâlâ ilgiyle dinlenen kült parçası “Like a Prayer” (Bir Mümin Gibi) şu bildik cümleyle başlar: “Life is a mystery” (Hayat bir sırdır).
“E, ne var ki bunda haber olacak, şeytan bu cümlenin neresinde?” dediğinizi duyar gibi oluyoruz.

Oysa şeytan, kendisine yakışacağı üzere, sözkonusu şarkının tam “tersinde” yerini almış durumda. Parçayı bir MP3 kaydı şeklinde edinip giriş bölümünü tersine okumayla dinlediğiniz zaman Madonna’nın âdeta yalvarır bir edâyla “O, hear our savior satan” (Kurtarıcımız şeytan, duy bizi!) dediğine dehşet içinde tanık oluyorsunuz.
Diyelim ki bu yalnızca can sıkıcı bir tesadüf, İngilizce fonetiğinin Madonna’ya yaptığı bir azizlik. O hâlde, ondan çok daha ünlü bir başka örneğe, 30 yıldır dünyayı kırıp geçiren ve artık “damar romantizm”in simgesine dönüşmüş olan bir besteye, “Hotel California”ya geçelim hemen. Eagles grubunun dinleyenlerin bir türlü tadına doyamadıkları, geniş kitleleri her dem mest eden bu parçasının bir dizesi aynen şöyle: “There were voices down the corridor, thought I heard them say, welcome to the Hotel California.” (Duyduğum sesler koridorun derinliklerinden geliyordu, onlara Hotel California’ya hoşgeldiniz de.) Oteline gelen konuklara güleryüzle hoşgeldin demek her işletmecinin en doğal görevi elbette, ancak bu bölümü tersten dinlediğinizde “Yeah Satan, he organized his own religion” (Yaşasın şeytan, o kendi dinini kurdu) diye başlayan ve şeytana bağlılığı yücelterek sürüp giden bir bölüm duyuyorsanız, o zaman işler bir parça değişecektir. Üstelik, “California”nın gerçekte bir otel falan değil Los Angeles’te büyük bir caddenin adı olduğunu ve yeryüzünün ilk resmî şeytan tapınağının da 1968 yılında satanistlerin lideri Anton Zsandor Lavey tarafından yine bu cadde üzerinde kurulduğunu biliyorsanız, huylanmalarınız daha da artacaktır. Çoğunluğu ABD’de ve İngiltere’de faaliyet gösteren bir dizi din adamı ile müzik araştırmacısı, içinde “satanist” propaganda cümleleri barındıran bu gibi kült mertebesine erişmiş parçaların sayısını günümüzde 50′ye kadar ulaştırmış durumdalar. Bu irkiltici listede Michael Jackson’dan Metallica’ya, Led Zeppelin’den Rolling Stones’a, AC/DC’den Beatles’a dek uzanan daha birçok ünlü solist ve grubun yer alması ise durumu daha da vahimleştiriyor.
“Back-masking” tekniğinin uygulanışı
Yeni Şafak muhabirinin internet üzerinden ulaşarak konuyla ilgili görüşlerine başvurduğu Amerikalı müzik araştırmacısı Jeff Milner, satanist inanç dalgasının rock grupları arasında özellikle 1960′ların sonları ile 1970′lerde büyük bir hızla yayıldığına dikkati çekerek, içinde bu tür mesajlar barındıran bestelerin de daha çok bu döneme ait olduğunu vurguladı. “Böyle yüzlerce parça yapıldığına inanıyorum, ama kesin olarak ortaya çıkartılanlar şimdilik birkaç düzine kadar” diyen Milner, geçmiş müzikal kayıtları ayrıntılı biçimde incelemeye olanak veren dijital stüdyo teknikleri geliştikçe her geçen gün yeni yeni örneklerin günışığına çıkacağını belirtmekte.
Konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgiler veren Amerikalı araştırmacı, bir bestenin içine ters yönde dinlendiğinde ortaya çıkan mesajlar yerleştirmenin teknik yöntemini ise şöyle açıkladı:
“Yapılan işe müzik endüstrisinde “back-masking” (arka planı perdeleme) deniliyor. Besteci önce asıl söylemek istediklerini aynen şarkı söyler gibi banda okur. Sonra bunları tam tersten tekrar tekrar dinleyerek, o gizli cümleleri elde edebilmek için ne tür bir güfte yazması gerektiğini tesbit eder. İstediği sesleri veren söz dizinlerini sabırla oluşturup okuduğunda ise parça artık geriye doğru her çalınışında bu tür propagandist bölümler içerecektir. Buradaki amaç mesajı geniş kitlelerle değil, yalnızca mürit düzeyine ulaşmış olan sıkı takipçilerle paylaşmaktır. Yani, tıpkı Ortaçağ’ın ürkütücü okültist grupları gibi fanatik hayranlarıyla bir tür tarikat ilişkisi içindeler. En sevdikleri arka plan nakaratı ise ‘natas’tır. Yani, şeytanın İngilizce tersten yazılışı. Günümüzde böyle örneklere özellikle metal müzikte rastlıyoruz. Rock müzik tarihinde ise bu tür denemeleri en sık yapan müzisyenler Led Zeppelin’den Jimmy Page ve Robert Plant’tir. Bildiğiniz gibi, her ikisinin de sadık birer satanist olduğuna ilişkin iddialar son otuz yıldır dilden dile dolaşmakta. Ama onlar bunu sürekli reddettiler. Bunun dışında Rolling Stones’tan Mick Jagger’in, Michael Jackson’un ve Beatles üyelerinin de bu işlere meraklı olduğu yönünde bazı bulgular var. Bu sanatçıların hepsinin ünlü satanist lider Aleister Crowley’e karşı özel bir ilgisi vardı. Öyle ki Beatles, Crowley’in resimlerini albümlerinin kapaklarına kadar taşıdı.”
1875-1947 yılları arasında yaşamış olan İngiliz din düşmanı ve büyücüsü Crowley, müritlerine tersten konuşmanın “şeytanın dili” olduğunu anlatır ve onlara tersten konuşma sanatını mutlaka öğrenmelerini öğütlerdi.
Felaketler dizisiyle sarsıldılar
Albümlerinde elde ettikleri büyük müzikal başarılara karşın özel yaşamları kimi dönemlerde tiksinti verici türden yozluklara sahne olan Led Zeppelin üyeleri, zirveden hiç inmedikleri 1970′lerde ilk darbeyi grubun solisti Robert Plant’in küçük oğlunun 1978′de âni bir mide rahatsızlığı sonucu ölmesiyle aldılar. Bazı İngiliz yayın organları bunun rakip bir okültist grubun küçük çocuğa yaptığı ölüm büyüsü yüzünden gerçekleştiğini bile savundu. Çünkü hem grubun solisti Plant’in hem de gitarist Page’in yoğun olarak büyücülükle ilgilendikleri dedikoduları o günlerde ayyuka çıkmış durumdaydı. Grubun satanist olduğu yönündeki bu tür suçlamalar giderek arttı ve sonuçta batıdaki 40 büyük radyo istasyonu aldıkları ortak bir kararla Led Zeppelin albümlerini çalmayı reddettiler. Bu arada grup, şaibeli şarkı sözlerini ve konserlerindeki kışkırtıcı tutumlarını dikkatle izleyen kilisenin de aforoz tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı.
Yoğun biçimde uyuşturucu kullanıp Page’e ait gizemli şatolarda kara büyü toplantıları yapan Led Zeppelin’ciler son “ilahî darbe”yi ise 1980 yılında aldılar. Grubun belkemiği sayılan ve müzik tarihin gelmiş geçmiş en başarılı davulcusu olarak kabul edilen “Bonzo” lâkaplı John Bonham, bir konser öncesinde kaldıkları otelde genç yaşta hayatını kaybetti. Henüz 32 yaşında olan Bonham, aşırı alkolden dolayı komaya girdiği odasında ölü bulunduğunda, kendi kusmuğunun içinde boğulmuş bir durumdaydı. Led Zeppelin üyeleri bu olaydan sonra grubu bir daha biraraya gelmemek üzere dağıttılar.
Led Zeppelin’den satanist şarkıların en azılısı:
Stairway to Heaven (Cennete Uzanan Merdiven)
Rock tarihinin Pink Floyd ile birlikte en karizmatik iki grubundan biri olarak kabul edilen Led Zeppelin, aynı zamanda “içine şeytanî mesajlar gizlenmiş besteler yapma” konusunda da sabıka dosyası en kabarık ekip. Grubun günümüzde artık bir efsaneye dönüşmüş durumdaki ünlü şarkısı “Stairway to Heaven” ise bu sinsi kamuflajın teknik başarı açısından zirveye ulaştığı çalışma oldu. Bir grup Batılı araştırmacının, toplam süresi 12 dakikayı bulan bu popüler şarkının ortalarında bir yerde yakaladığı tüyler ürpertici “back-masking” bölümü aynen şöyle: (Şarkının normal akış cümleleri / 04’20″-04’41″ arası)
“If there’s a bustle in your hedgerow, don’t be alone now,(Eğer bahçenizde bir karışıklık varsa, sakın ola hiç telaşa kapılmayın)
It’s just a spring clean for the May queen.(Bu sadece Mayıs kraliçesinin yaptığı bir bahar temizliğidir)
Yes there are two paths you can go back,(Evet, iki patika yol mevcut izleyebileceğiniz)
But in the long run there’s still time to change the road you’re on.”(Fakat böylesine uzun bir koşuda üzerinde ilerlediğiniz yolu değiştirmek için hâlâ zamanınız var)
Bu hâliyle en azından görünürde hiçbir satanik propaganda içermeyen şarkı, bir MP3 kaydından aynı hızla tam tersine çalındığında ise yukarıdaki cümleler şu biçimi alıyor:
Here’s my sweet satan / İşte benim sevimli şeytanım
The one whose little path would make me sad whose power is satan / Bu küçük patikada ilerleyen beni hasta eden şey, şeytanın gücüdür
He’ll give you 666 / O sana (şeytanın İncil’deki simgesi olan) 666 sayısını verecek
There was a little toolshed where he made us suffer, sad satan / Kederli şeytanın bize ızdırap verdiği bir malzeme kulübesi vardı (Burada geçen “malzeme kulübesi/toolshed” deyimi de bir başka şifre. Bu, grup üyelerinden Jimmy Page’in satanik ayinler düzenlemek üzere 1970′lerde satın aldığı tarihî bir evin adıydı.)
Parçada ayrıca, “Your stairway lies on the whispering wind” (Merdivenin fısıldayan rüzgarın üzerinde uzanır) dizesi de tersten dinlendiğinde “Because I live for satan” (Çünkü şeytan için yaşıyorum) sonucunu veriyor.
Bu linkte Led Zeppelin’in Stairway to Heaven şarkısının tersten dinlendiğinde duyulan sözlerini görün
http://www.thetabworld.com/Led_Zeppelin__Stairway_To_Heaven_Backwords_Version_lyrics.html
bu şarkının belli bir bölümünün normal ve ters çalınışı ve duyulan şarkı sözleri var
http://www.albinoblacksheep.com/flash/stairway.php
Bu Makalenin tamamı alıntıdır.Kişisel Yorumum elbette her Rock Müzik Parçası yada Her Rock Müzik Grubu Satanisttir diyemeyiz.Fakat ortada çok bariz görülen bişey varki bu Müziğin kökeninde ve Dünya Genelindeki kullanımında özellikle Satanist Sembollere,İşaretlere ve Sözlere vurgu var.Kaldı ki Müslüman’ım diyen bir kimsenin Müzik konusunda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) görüşlerini ve tavsiyelerini hayatında tatbik etmesi esastır.Pekçok İslam Alimi Müzikli İlahi’ye bile cevaz vermezken birilerinin dediği gibi aman canım onlar asırlar öncesinin kuralları mı diyeceksiniz ? Yoksa kendinize ve hayatınıza çeki düzen mi vereceksiniz orası size kalmış.

Uğur Mumcu’nun ölümünde Mossad parmağı


Bu yazı özellikle Kemalist geçinen,Çağdaş geçinen,herşeyi biz biliriz havasında olan kesime ithaf olunur.Ellerine geçen her fırsatta Cesur ve Onurlu bir Gazetecilik anlayışıyla yayınına devam eden Vakit Gazetesini aşağılayan ve saldıran bu kesim acaba niçin Kartel Medyası bu tarz yayınlar yapmıyor hiç düşündüler mi ?Kendilerinden başka herkesi Vatan Haini ilan eden bu kesime sesleniyorum.Önyargılarınızdan sıyrılın ve bu Vatanın Gerçek Evlatlarına kulak verin.İşte haber:
Faili meçhul suikasta kurban giden gazeteci Uğur Mumcu’nun kardeşi Ceyhan Mumcu, “PKK-MOSSAD bağlantısını ortaya çıkaran ağabeyimi MOSSAD öldürdü” dedi. Eski Bakan Vehbi Dinçerler ve eski Van Valisi Hikmet Tan da; Özal’ın, Gaffar Okkan’ın ve Eşref Bitlis’in ölümlerinde dış güçlerin parmağı olduğuna işaret etti…
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, artan terör olayları ile ilgili 90′lı yıllardaki Eşref Bitlis ve Uğur Mumcu suikastı gibi faili meçhul cinayetlere atıfta bulunarak, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü için “Şüpheli” demesi, terör örgütünün derin güç odakları ile bağını bir kez daha gündeme getirdi. Vakit’e konuşan dönemin siyasileri, 90′lı yılları aydınlatmanın terörle mücadelenin de bir gereği olduğunu ifade ettiler.

DİNÇERLER: ‘TERÖRÜ BİTİRECEĞİM’ DEDİ, HEDEF OLDU
Anavatan Partisi kurucularından eski Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler, Özal’ın da tıpkı bugünkü hükümet gibi PKK terörünü bitirme konusunda kararlı bir tavır içine girdiğini ifade ederek, “Rahmetli Turgut Özal ölmeden önce, ‘Kürt sorununu çözeceğim’ demişti. Onun bu tavrı birtakım çevreleri rahatsız etti. Muhtemelen de bu nedenle suikasta hedef oldu. Fakat bunun ispatı çok zor. Özal’ın kendisi bile 1988′de maruz kaldığı suikast girişimini aydınlatamadı. Yurtiçinde ve yurtdışında araştırmalar yaptırdı, bir sonuca ulaşamadı” dedi. Dinçlerler, terörün bitirilmesi için terör örgütünün derin bağlantılarının çözülmesinin şart olduğunu ifade etti.
TAN: DEVLET-MİLLET KAYNAŞMASI BİRİLERİNİ RAHATSIZ EDİYOR
OHAL döneminde Van Valisi olarak görev yapan ve terör saldırısına hedef olan Hikmet Tan da Özal’ın terörü bitirmek için yapak istediği “açılım” nedeniyle hedef seçildiğini düşündüğünü söyledi. Tan, “90′lı yıllar Türkiye için tam bir muammadır. Bölge halkının devletiyle kaynaşması için çaba gösteren herkes bir şekilde hedef oldu. Özal da, AK Parti hükümeti gibi terör sorununu bitirmek için radikal kararlar almıştı. Gaffar Okkan Diyarbakır halkı tarafından baba gibi seviliyordu, katledildi. Bu dönedeki faili meçhul cinayetlerin ve ölümlerin aydınlatılamaması, içerde ve dışarıda Türkiye’nin terör belasından kurtulmasını istemeyen güçlerin var olduğunu gösteriyor. Devlet ile milleti kaynaştıracak insanlar hedef oluyor. Valiliğim sırasında hükümetin demokratik açılım politikalarının benzerini ben başlatmıştım. Bu nedenle terörist saldırıya maruz kaldım” diye konuştu.
MUMCU: “SUİKASTLAR MOSSAD İŞİ”
Faili meçhul suikasta kurban giden Uğur Mumcu’nun kardeşi Ceyhan Mumcu ise, “90′lı yıllar Türkiye’nin siyasi olarak adeta depremli yıllarıdır. Bu koşullarda aydınlar, siyasetçiler kendi siyasi görüşlerinin tam aksi noktalara savruldular. Bunda da ABD ve İsrail’in parmağı var. PKK–MOSSAD bağlantısını çıkaran ağabeyimin MOSSAD tarafından öldürüldüğünü düşünüyorum. Eşref Bitlis’in ölümü de aynı şekilde kaza değildi. Irak’ı işgal eden ABD, MOSSAD’ı kullanarak Türkiye’de de birçok suikast tertipletti. Türkiye’de siyaseti dizayn etti” şeklinde konuştu.
vakit

28 Ocak 2011 Cuma

Sahte Ufo saldırısı ve Yeni Dünya Düzeni!

  Tüm sirius kullanıcılarının dikkatini ve tepkisini çekicek bir konu olduğunu biliyorum.Ve bu nedenle de sizden daha en başından önyargılı ve saldırgan bir tutum göstermemenizi istiyorum.Özelikle bazı kullanıcılar için geçerli bu...
 
 Başlığa bakınca benzer bir konu aslında var.Ama bu tek bir olguyu ele aldığı ve kimi yerlerde üzerinde en çok tartışılan bir konu olduğu için, ayrı bir konu başlığı açmak istedim.Umarım yönetici arkadaşlarcada uygundur bu durum.
 
 İşin özeti şu;Ufo'ların Yeni dünya düzenine aracılığı ve rolü nedir?Bir takım görsel ve vidyo kaynaklarından faydalanarak bu konuyu daha akılda kalır bir hale getirmek istedim.Ve bu nedenlede görsel bir vidyo hazırladım.
Sahte Ufo saldırı ve Yeni Dünya Düzeni!
 
 
Ufo'lara inandırmak için görevlendirildik(CİA-Melvin Goodman)
 
 
Yeni Dünya Düzeni Nedir?
 

çok güzel bir blog. tavsiye ediyorum.;)

http://sofiskaya.blogspot.com/

27 Ocak 2011 Perşembe

1 dolar ve sembolizim

Oldukça farklı yorumlanan ve tartışmalara neden olan bir sembol kaynağı var elimizde. En azından herkes bir kere bile olsa görmüştür bunu hayatında... Borsayı çalkalar, ama altın ya da gümüş olarak değeri yoktur. SANAL PARA! Bunu ben söylemiyorum, kendisinin üzerinde yazıyor. Neyin mi? Amerika'nın Van dalırlık (One Dollar) banknotlarının üzerinde.

Ön yüzeyinde G. Washington'ın (bu adamla aynı gün doğmuşum) bir resmi var. Dı Birleşik Devletleri Offf Amerika yazısı Washington'ın tepesinde duruyor. 4 adet 1 rakamı 4 farklı köşeye yerleştirilmiş, bütün 1'lerin çerçevesi farklı gördüğünüz gibi. (Neden hepsi öyle bilmiyorum ama sağ üst köşedekinin çerçevesinin hemen üzerinde minnacık bir baykuş resmi var.)
En tepede de "Federal Reserve Note" yazar, yani dediğim gibi gümüş ya da altın olarak karşılığı olmayan sanal para...

Ön tarafı bir kenara koyun, bizim için sembol yığını olan kısım arka taraf. Kendi kendinize arasanız bir kaç bilindik şeyi bulabilirsiniz, ve ya eğer az da olsa masonik sembolizmden anlıyorsanız, bir çok şeyi görebilirsiniz. Ancak herkesin şimdi söyleyeceğim şeyi nasıl gözden kaçırdığını inanın çok merak ediyorum: Amerika'nın dolarının üzerinde neden bir PİRAMİT olsun ki? 
  Öncelikle  mason  sembolizminden ve daha eski olmasına rağmen herkesin aşina olduğu bir sembolden  bahsedelim;

Masonizmi bir tür Aydınlanma Yolu ya da Bilgi ve Güç Tarikatı şeklinde yorumlarsak gerçek masonizm anlamına yaklaşmış oluruz, tanımı da mason olmadan anlayamayız zaten... Ancak önemli bilgileri  Vikipedi 'de bulabilirsiniz 

 Masonlar, çoğumuzun hiç duymamış olmasına rağmen çok geniş bir çevredir. Dünyanın her yerinde milyonlarca mason olduğunu biliniyor. Birbirlerine üstad ve kardeş şeklinde hitap ediyorlar. Özel tokalaşma şekilleri var, yılda en az bir kere farklı localarda bir araya geliyor, dünya ile ilgili toplantılar yapıyorlar. Özel yüzükleri ve sembolleri var. Bunların başlıcaları:

Her Şeyi Gören Göz: En basit şekilde bir üçgenin tepesine koyulmuş bir daire ile gösterilir. Buradaki üçgen (ya da piramit) pek çok farklı şekilde yorumlanır. Paganizmden gelen anlamıyla üçgen şekli tıpkı bir ok gibi üzerindeki güneşi göstermektedir. Güneşe (ve diğer bir çok şeye) tapan Paganlar aynı zamanda yukarı bakan üçgeni erkek (penis), aşağıya bakan üçgeni kadın (rahim) olarak sembolize etmiştir.. Masonların bu sembolü geniş mason sembolizmine dahil etmeleri ise farklı bir görüşe dayanır. Masonizm'de güneş aydınlanmayı temsil eder, ve aydınlanma üzerine kurulu bir kardeşlik için güneşten daha güzel bir sembol olamaz elbette.
Her Şeyi Gören Göz ifadesi ise, yine Tanrı'ya çağrışım yaparak kendisini gizlemiş bir mason ifadesidir, ve gözü ifade eden o daire en tepede durarak "Hepinizi Görürüm, Herşeyi Bilirim!" şeklinde bir mesaj veriyor. Masonların yüksek mertebeli olanlarının her an her şeyden haberdar oldukları biliniyor, hatta bazı devletlerin büyüklerinin onlara danıştıkları da...

33: Masonluk derece adı verilen rütbelerden oluşur. Masonluğa yeni adım atan kişiler birinci dereceden başlar ve belli kriterlere dayanarak yükselir. En yüksek derece olan 33, masonluğun ve bilginin doruk noktasıdır. 33 sayısına pek çok yerde rastlanabilir . Ben masonların 33'ü insanın omurilik kemiklerinden esinlendiğini düşünüyorum. 33 omurilik kemiği dereceleri gösterir ve en üstünde insan bilgisinin kaynağı oloan beyin bulunur. Tıpkı üçgenin üzerindeki daire gibi.

13: Masonların dünyanın her yerinde anlamlı olan sayıları ve sembolleri sevdiği çok açık. 13 sayısı da onlar için önemlidir. "13 kabalistik ebced hesabına göre sevginin birliği anlamına gelir" diyor bir kaynak. Bana en mantıklı gelen açıklama ise bunun İsa'nın 13 soyunu ifade ediyor olması.


Paganizmden Önemli Bir Sembol:
Pek çok kişi kafasında İsrail-Amerika-Mason üçgenini kurar, doların üzerinde de benzer şeylerle raslamak bu üçgeni dikleştirir. Şu bilinmelidir ki, İsrail'in ulusal bayrağının üzerindeki 6 köşeli (Davut Yıldızı olarak da bilinir) yıldız, Yahudilik ve İsrail'den çok daha önce var olan bir semboldü.

Yahudilikten önce paganizmde rastlanmış olan bu sembol, yukarı bakan üçgen ile aşağı bakan üçgenden, yani bir kadın ve bir erkekten oluşur. Bu iki üçgen üstüstedir. Sombol Pagan ayinlerini, yani cinsel birleşmeyi ifade ediyordu. Hani sevişerek ayin yapanlar varmış ya, işte onlar Paganlar oluyor.

Paganizmden önce ise genel anlamda kara büyüyü ifade edermiş. Pek çok oyunda ve filmde hatta oyun yapma programlarında buna rastlama nedenimiz de budur. Masonlar da kara büyüyü ifade etmesinden ziyade geniş anlamlı olduğundan dolayı bu sembolü aralarına almışlardır.


Sanırım artık doları incelemeye hazırız, o zaman arka yüzünden başlayabiliriz.

Tabi ki ilk olarak hemen gözümüze piramit çarpıyor. Amerika'ya giden ilk insanların mason olduğunu düşünürsek ilk paraların üzerinde de bunları bulmak bizi şaşırtmamalı, piramitten daha güzel sembol olur mu? Hem üzerinde de yerleştirmişler herşeyi gören gözlerini. Piramitten ayrı çizilme nedenini de söyleyeyim; masonların tek dünya devleti ve yani dünya düzeni gibi planları vardır, bunu daha önce de uygulamayı denemiş ancak başarılı olamamışlardır, işte bu ayrılık ondandır. Ya da belki de kendilerini diğerlerinden ayrı gördüklerinden olabilir. 



 
Pek çok kişi saymayı beceremediğinden olsa gerek bu piramidin 12 katlı olduğunu ve bunun 12 İsrail Boyu'nu sembolize ettiğini söyler. Buralardalarsa yeniden baksınlar katları belirginleştirdim ve numaralandırdım, işte size 13 katlı Mason piramidi.


tyuıtyıwrytwrywetwretwrtwrtywr:PPpP
Piramidin üzerinde çık renklerle "ANNUIT COEPTIS" yazar. Kaynağını Tevrat'tan alan bu sözün anlamı "Başladığın İşi Bitirmek!" tir. Bu arada bu söz dizisinin toplamda 13 harf içerdiğini çoğu kişi gözden kaçırmaz, ancak COEPTIS deki OE harflerinin ayrı değil, tek bir harf olduğuna dikkat edilmeli.



 
Piramidin altında da "NOVUS ORDO SECLORUM" yazıyor (siz saymadan söyleyeyim 17 harf). Novus=new=yeni, Ordo=earth=dünya, Seclorum=order=düzen. Yani masonların hedefi YENİ DÜNYA DÜZENİ!!




Piramidin en alt katında Romen rakamlarıyla yazılmış bir sayı bulunuyor, daha doğrusu bir tarih. o sayıları düzenlemenize yardımcı olayım:



M=1000,D=500,C=100,L=50,X=10,V=5,I=1
                                M=1000
DCC=500+100+100=700
          LXX=50+10+10=70
                           VI=5+1=6
+____________________

          MDCCLXXVI=1776

Bu tarihte şaşıracak bir şey yok gibi görünüyor. Amerika'nın kuruluşu, ilk köşe taşının dikildiği yıl. Ama hatırlayın, amerikaya ilk gidenler mason değiller miydi? Evet öyleydiler, ve gittikleri zamanda birleşip, Dan Brown'ın da kitaplarına konu olan Illuminati adlı tarikatı kurdular. Illuminati'nin de bu sembollerle dolu bir tarikat olduğunu söyleyebiliyoruz.

Masonlar bu tarihi de özel olarak beklemiş olmalı. Tarihin sırrı, ikiye bölününce oraya çıkıyor:
1776/2=888



666 denince aklınıza şeytan gelir (aslında o sayı 696'dır). 999 ise -ki bunu çoğu kişi bilmez- Tanrı'yı sembolize eder. Ve yine şaşırtıcı bir şekilde de 888, İsa Mesih'i ifade ediyor. Bunun kökleri Grekçe'ye dayanıyor. İnterneti araştırıp bununla ilgili bilgi bulabilirsiniz. Amerika'nın ve Masonlar'ın kendilerini bir tür 888+888=1776 yani bir tür "ikinci mesih" olarak görüyor olmaları en güçlü iddia!


Bilinen pek çok eski bilimci, gezgin ve yazar da masondu; Newton, Galileo, L. Da Vinci... Kendi alanlarında uzman olan mason üyeleri, sembolleri eserlerine gizlemişlerdir. Doların üzerindeki piramitte de üçgenin benzerlik teoremi görülür. İçinde göz olan üçgen ile bütün piramit uzunluk olarak 1/4 , yani alan olarak 1/16 oranına sahiptir.



Dairenin içinde bir üçgen görünce, bir üçgen daha koymak istiyor canımız. Ama baş aşağıya bir şekilde.
Şekli düzgün çizemedim ama bakın mason kardeşlerimiz piramidin etrafına ne gizlemiş:


Üüüütwt
Yıldızın köşelerinde A,S,M,O,N harfleri var. Ya da M,A,S,O,N harfleri diyelim...


Piramitleriyle bu kadar uğraşıldığını duysalar ne kadar üzülürlerdi Washington ve arkadaşları... Belki de sevinirlerdi çünkü onların izini sürüyoruz ve merak ediyoruz... Bunları bulmak masonizmin sır çemberini daraltsa bile, onların aydınlanma çemberini genişletiyor olabilir...

Piramidi bırakıp sağ tarafındaki kartala geçelim öyle ise. Kartalımızda da incelenek bir çok yer var. Üzerindeki yıldızlar, kanatları, oklar, zeytin yaprakları hatta zeytinler...


uır 
Buraya kadar okumayı başardıysanız sembol aramaktan fal taşı gibi açılmış gözleriniz yukarıdaki yıldızların şeklini hemen yakalamıştır. Toplam 13 adet yıldız, altı köşeli yıldız şeklinde! Üstelik oluşan her bir üçgen tepesinin arkasına, Her Şeyi Gören Göz'ü simgeleyen birer yıldız denk geliyor. Her bir piramidin de farklı renk bir çizgiyle kesildiğini ve tepelerinin ayrıldığını da görebilirsiniz.

Kartalın ağzında tuttuğu papirüse benzeyen kağıtta E PLURIBUS UNUM (13 harfli) yazıyor. Bu "pek çokları arasında bir tane" anlamına geliyor. Tabi ki bu da sembolik bir ifade, herkesin mason olamayacağını ifade ediyor. Ancak kartalın başındaki yıldızların oluşturduğu şekilde, altı köşeli büyük yıldızın ortasına bir yıldız daha denk geldiğini görüyoruz. Bu yıldızı da hesaba katarak "pek çokları arasında bir tane" sözüyle aslında " milyonlarca mason olsa bile, sadece bir tane önder var"  anlamını kasdetmiş olmalılar.



Kartalın üzerinde kalkan şeklinde bir arma var. Arma 7 açık renk ve 6 koyu renk çizgiden oluşuyor. Yani toplamda yine 13 çizgi var. 7 açık renk çizgi burada Kutsal Şamdan'ı ifade ediyor olsa gerek.


Kartal bir pençesinde zeytin dalı, diğerinde ise bir kaç tane ok tutuyor. Burada Amerika'nın "Biz istersek savaş, biz istersek barış!" mesajını verdiği çıkarılıyor. Ya da Amerikalılar değil de masonlar böyle diyor. İkisi de komplo teoricilerinin işine gelecektir.
Ancak bu oklarda ve zeytinlerde ilginç olan bir şey var; okların, yaprakların ve zeytinlerin sayıları eşit. Bilin bakalım kaçar tane?



Son olarak kartalın kanatları. Farklı sayılarda gibi görünmesine rağmen (bazıları 32 tane saymış) iki kanatta da aynı sayıda tüy var, 33'er tane. Bize göre sağ tarafta duran kanattaki belirsizliği bir iki çizgiyle hallettim. İşte 33 kanat!



Şimdilik tespit ettiğim semboller bunlar. Ayrıca piramit-alan ilişkisini açıkladığım resimdeki piramidi incelerseniz tabanı yüksekliği aynı uzunlukta.
Bunlar dışında öz yüze gizlenmiş ufak bir de baykuş var. Pek çok kültürde ve masonizmde baykuş bilgeliği sembolize eder. Hatta Son Hava Bükücü Avatar'da bile! 10.000 şeyi bilen Whan Shi Tong!

26 Ocak 2011 Çarşamba

İSTANBUL ULUSLARARASI AJAN CENNETİ Mİ?

mossad

İSTANBUL ULUSLARARASI AJAN CENNETİ Mİ?
İstanbul, uluslararası istihbarat operasyonlarının merkezi olarak mı kullanılıyor? İstanbul istihbaratçıların cirit attığı bir kent haline mi geldi? İşte TIMETÜRK'ün konuyla ilgili hazırladığı dosyanın ilk bölümü.

Murat Hazine / TIMETÜRK

Ortadoğu'nun kalbi olan İstanbul, geçtiğimiz günlerde İstanbul aktarmalı olarak Budapeşte'ye giden Mossad gözetleme uçağının İstanbul üzerinden Budapeşte'ye gitmesi sebebiyle gündeme gelmişti.

İstanbul'un özellikle çeşitli ülkelerin gizli servisleri tarafından yoğun olarak kullanılan üsleri ve istihbarat örgütlerinin güvenli evlerini bünyesinde barındıran bir şehir olduğu iddiaları da Mossad'ın İstanbul aktarmalı suikastinin ardından zihinleri tekrar kurcalamaya başladı. Peki İstanbul gerçekten uluslararası ajanların cenneti mi?

İSTANBUL'DA CIA GÜVENLİ EVLERİ VAR MI?

Çeşitli kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, CIA; Türkiye'de hem Türkiye vatandaşları arasından seçtiği ajanlarını hem de uluslararası faaliyet gösteren ajanlarını eğitmek ve barındırmak için pek çok evi bulunuyor. İstanbul'da da diplomat görünümünde CIA ajanlarının çeşitli faaliyetlerde bulunduğu bilinen gerçeklerden.

Beykoz ve Kilyos'ta bulunan bazı villaların CIA tarafından aktif olarak kullanıldığı, hatta bazı villalarda CIA tarafından kullanılmış olan silahların ve bu silahlara ait mühimmatların dahi tutulduğu iddialar arasında.

Özellikle, İstanbul'da ortadan kaybolan İran Eski Savunma Bakan Yardımcısı Ali Askeri'nin, kaldığı otelden CIA ajanları tarafından kaçırılarak, Beykoz'da bulunan bir güvenli evde günlerce sorgulandığı ve daha sonra da yine 'CIA'in işkence uçakları' olarak bilinen uçaklardan birisiyle, Avrupa'da bulunan bir CIA üssüne nakledildiği, olaydan sonra ortaya atılan iddialar arasında dikkat çekiyor.

CIA'in Türkiye'de gerçekleştirdiği faaliyetlerin bununla da sınırlı olmadığı, özellikle Afganistan'dan Türkiye'ye gelen bazı El Kaide mensuplarının Türkiye içerisinde aktif takibe tabi tutulduğu öne sürülüyor.


İMAD MUĞNİYE CIA-MOSSAD ORTAK OPERASYONUYLA MI KATLEDİLDİ?

Kamuoyunda '33 Gün Savaşı' olarak bilinen ve 2006 yılının Temmuz-Ağustos ayları arasında yaşanan Hizbullah-İsrail savaşının kilit isimlerinden birisi olan İmad Muğniye, 2008 yılının Şubat ayında Suriye'nin başkenti Şam'da düzenlenen bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmişti. Hizbullah, suikast sonrası, 2006 yılındaki savaşın başarıyla tamamlanmasında önemli rol alan Muğniye'nin intikamını almak için yeminler etmiş, o günler Arap basınında çıkan bazı haberlerde ise Muğniye'nin Türkiye'de de arananlar listesinde olduğu öne sürülmüştü.

Muğniye suikastinin ardındaki sır perdesi henüz aralanmadı. Ancak suikastin Türkiye bağlantıları üzerine neredeyse Türkiye'de hiçbir araştırma yapılmadı. 2001 yılında İsrail Lübnan'ı tamamen terketmesinin ardından, Muğniye'nin Lübnan'da Hizbullah hareketi adına, silah alımları gerçekleştirdiği ve bu silahları Lübnan'a geçirdiği çeşitli kaynaklarca iddia ediliyordu. İddialara göre, Muğniye İran-Türkiye-Suriye hattından Lübnan'a silah geçirilmesini sağlıyordu. Yine iddialara göre, 33 Gün Savaşı'nda kullanılan Katyuşa roketleri de Muğniye tarafından, aynı hat kullanılarak Lübnan Hizbullah'ına teslim edilmişti.

Suikastin gerçekleştirdiği Şubat ayının başında,İran- Türkiye üzerinden gelen silahlarla ilgili çalışma Muğniye'nin, o günlerde İstanbul merkezli çalışan CIA ajanlarının takibine takıldığı ve bu takip neticesinde edinilen bilgilerin MOSSAD ile gerçek zamanlı olarak paylaşıldığı ve bu istihbarat sayesinde Şam'da bulunan Muğniye'nin aracına bomba konuldu. Türk istihbaratının konuyla bağlantısı bilinmezken, Arap istihbarat servislerinin ise suikast hakkında bilgilendirildiği öne sürülüyor.

NOEL PAPANIN GETİRDİKLERİ ve GÖTÜRDÜKLERİ !!!

NOEL_PAPA_1Esselâmu aleyküm,

NOEL PAPA kod adlı misyoner hırsız, görünüşte ucuz hediyeler, ağaç dalları, geyik muhabbeti ve üç-beş jelibon getiriyor:
FAKAT : imânları, itikâdleri, kalbleri ve beyinleri çalıp GÖTÜRÜYOR!
DİKKAT EDESİNİZ MÜSLÜMANLAR!
Ey imân edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin ; (çünkü bu tavır, münâfıkların işidir, siz de onlara benzemeyin). Yoksa siz (böyle yaparak) kendi aleyhinizde (olmak üzere ve size azâb etmesini haklı çıkaracak şekilde) Allâh'a, apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz? (Nisâ Sûresi : 144)



Ey imân edenler! Yahudileri ve Khristiyanları (kendiniz için güvenecek, yardımlaşacak ve ahbap gibi geçinecek) dostlar edinmeyin! Zirâ onlar (size karşı) birbirlerinin dostudurlar. (Birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden her kim onları dost edinirse, şüphesiz ki o da onlardandır. Muhakkak Allâh, (kâfirlerle dostluk kurarak hem kendilerine, hem de müminlere büyük haksızlık yapmış olan) o zâlimler toplumunu (hakikati bulmaya) hidâyet etmez. (Mâide Sûresi: 51)

Ey imân edenler! Eğer kâfirliği (gâvurluk kültürünü) imâna (ve İslâm'a) karşı sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve
kardeşlerinizi (dahi) veli/dost edinmeyin. Sizden her kim onları dost edinirse, işte sana! Ancak onlar (dostluk yönünü şaşırarak) zulüm işleyenlerin ta kendileridir! (Tevbe Sûresi : 23)

Ey imân edenler! Hem benim düşmanım, hem de sizin düşmanınız olanları kendinize dostlar edinmeyin! (Mümtehine Sûresi:1)

-- NOEL_PAPA_2YARIN_LECEKM_GB_HIRET_N_ALIMAK

İsrail, Türkiye’de Üstün Zekâlı Çocuk Buluyor

 İsrail, Türkiye’de Üstün Zekâlı Çocuk Buluyor
İsrail, dünya ve Türkiye sokaklarında dolaşarak üstün yetenekli ve zekâlı çocukları, buldukları yerde ülkelerine götürmek için ellerinden gelen tüm imkanları seferber ediyor.
TBMM Kayıp Çocuklar Araştırma Komisyonu Başkanı Halide İncekara, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın üstün zekâlı çocuklarla ilgili bir yasanın acilen çıkmasını istediğini vurgulayarak, önümüzdeki günlerde TBMM Başkanlığı’na konuyla ilgili bir araştırma teklifi sunacağını açıkladı.
İncekara, “Dünya ortalamalarının üzerinde çocuğumuz var ama biz bu deryalarımızın farkında değiliz” diyerek, İsrail’le ilgili de şu ilginç iddiayı ortaya attı:
İsrail çocukları buluyor
Üstün yetenekli çocuklarla dünya üzerinde en iyi İsrail ve Kanada ilgileniyor. Özellikle İsrail, dünya ve Türkiye sokaklarında dolaşarak üstün yetenekli ve zekâlı çocukları, buldukları yerde ülkelerine götürmek için ellerinden gelen tüm imkanları seferber ediyor.
Geçen dönem Devlet Planlama Teşkilatı’nın programına giren üstün yetenekli çocuklarla ilgili çalışmanın bu dönem kaldırıldığını fark ettik. Kamuda üstün yetenekli çocuklarla ilgili çalışmalardan haberdar çok az insan var. Böyle bir düzende mucitlerinizin, kaşiflerinizin, bilim adamlarınızın olması mümkün değil.”

Hürriyet

Devlet Televizyonunda Tek Göz’e Hayır!

trt tek gözFacebook’ta Dinçer kardeşimizin bir mesajı ve başlattığı hareket ile ilgili bilgi mahiyetinde yazıyorum bu yazıyı.Artık neredeyse görmeyen kalmamıştır bahsettiğimiz Ekranda Geceleri Çocukların uyuması için hazırlanan bir programın animasyon Karakterini.
Tek Göz Simgesi Masonların önceleri gizli bir sembolü idi ama artık aşikar ve herkesçe bilinen bir Sembol.Trt bu Sembolü bilinçli olarak mı kullandı,yoksa bilinçsiz mi orasını bilemiyoruz.Lakin son dönemlerde Trt içinde bazı programlar Haddini aşmakta ve sınırları zorlamakta.Zira daha öncede Sanal Gündemisimli programa İnci Grubu konuk edilmiş ve yaptıkları sanki çok mühimişlermiş gibi Devletin Resmi Kanalında ağırlanmışlardı. İnci Grubu serbestliği ve özgürlüğü savunan ama kendileri gibi düşünmeyen sayfalara baskın adı altında topluca girip ağza alınmayacak küfürler yazarak sayfayı pisleten dahası Tv Ekranlarına veya başka otamlara da bu pisliklerini akıtan bir grup.Dediğimiz gibi İnci Grubunu oraya konuk eden bir zihniyet Trt içinde mevcutsa bu Tek Gözlü karakterinde bizi şaşırtmaması gerekir.

17 Ağustos'ta İsrail Parmağı!..

17_Austosta_srail_Parmajpg17 Ağustos 199 Marmara depremi sırasında Başbakanlık görevini yürüten Bülent Ecevit'in, depremin sabotaj olduğu yönündeki iddiaları araştırdığı ortaya çıktı.

Açıklamayı Afete Hazırlık ve Deprem Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mete Işıkara yaptı. Işıkara, o dönem Ecevit'in konuyla ilgili olarak kendisini telefonla aradığını söyledi.
Prof. Işıkara o dönemde İsrailliler ile ABD'lilerin deprem öncesi fay hattı üzerinde çalışma yaptıkları iddiasının Ecevit'e kadar ulaştığını söyleyip şunları anlattı:

Evet Amerikalılar geldi ama deprem yaratmak için değil. Aynı tip fay benzer hasar oluşturuyor, ben bu hasarlardan nasıl ders çıkartırım da California'ya uygularım diye. Bu söylentiler rahmetli Ecevit'i de rahatsız etti.

25 Ocak 2011 Salı

duyarsız kalma paylaş..

Borla çalışan araba üretildi, maliyeti 200 tl olan 1 kg bor ile 19 000 km yol yapabiliyor.(1100kg. oto sabit 100 km süratle giderse) Bu demek oluyorki Petrole son. Tam tersine Batılı ülkeler bor işletmeciliğinin kansere yol açtığını idda ederek BOR madenininden soğutma çabası içindeler. Oysa bu mucize maden kanser tedavisinde de kullanılmaktadır. Türkiye kiskacta.Arabayi bor madeniyle calistiracak patentli 600 proje oldugu ortaya cikti.TÜRKİYE, dünyada bor rezervinin yüzde 73`üne sahip Ve Türkiye GELECEĞİN DUBAİSİDİRve uluslararasi teroristler Türkiye uyanmadan bu kaynagi ele gecirmeyi planliyor.Bu yazıyı paylaşarak en azından bir toplum bilinci oluşmasna yardım edebilirizDipnot:Aman Be Heryerde de bu yazı var deyip de geçmeyin unutmayınki heryerde bu yazıyı görmek demek azda olsa toplumumuzun bilinçleniyor olmasıdır..Sende paylaş ve TÜRKİYE'ne sahip cık..

Gizli Dünya Devleti ve Siyonizm

Bugün yeryüzünde çok sayıda bağımsız devletin varlığına inanılmaktadır. Fakat bu devletlerin yöneticilerinin kendi ülkelerini ve halklarını ilgilendiren basit konularda bile kendi bağımsız iradeleriyle karar vermekte zorlandıklarını görürsünüz. Bir önemli husus da şudur: Bilindiği üzere çağımızda demokrasi adeta bütün insanlığa mal edilmiş bir "siyasi din" haline getirilmiştir. Hatta demokrasi çağımız siyasetinin a priorisi yani öncülüdür. Bu yüzden demokrasinin de, tıpkı aklın a priorileri gibi muhakemeden ve tartışmadan uzak tutulması gerektiğine inanılır. Oysa birçok ülkede halkın büyük bir çoğunluğunun seçtiği ve istediği kişiler bir türlü yönetime gelemezler. Bunlardan bazıları işin içine girdiğinde kendilerine sunulan demokrasinin sadece bir seraptan ibaret olduğunu fark ederler. Bazıları Cezayir'de olduğu gibi yönetime talip olurken kendilerini zindanda bulurlar. Bazıları da yönetime gelseler bile iktidara gelemezler. Siyaset meydanlarında prim yapmak için savunduklarına karşı en başta onların kullanıldığına şahit olursunuz. Bütün bunları görünce bir "derin devlet" gerçeği karşınıza çıkar. Aslında bu "derin devlet" gerçeği sadece lokal veya ulusal değildir. "Derin devlet" gerçeğinin global yönünün, lokal yönüne baskın olduğunu unutmayalım. Bu yüzden günümüz dünyasını karıştıran gizli ellerin sahiplerini tanımak için araştırma yapanlar bir "Dünya Derin Devleti"yle veya "Gizli Dünya Devleti"yle karşılaşmışlardır.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Amerika'da Bilderberg Grubu'nun yıllık toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıyla birlikte söz konusu Gizli Dünya Devleti veya Dünya Derin Devleti konusu yeniden gündeme geldi. Ancak yapılan yorumlarda ağırlıklı olarak Bilderberg konusu öne çıktı. Oysa Bilderberg Grubu, yirminci yüzyıla damgasını vuran ve 21. yüzyılda da dünya üzerindeki sultasını daha da güçlendirme amacına yönelik yeni teoriler geliştiren karanlık ağın sadece bir organıdır.
Söz konusu karanlık ağla ilgili yorumlarda dikkat çeken bir şey de ağırlıklı olarak, emperyalizmin bu ağ üzerindeki etkisine ve rolüne dikkat çekilmesiyle yetinilmesidir. Bazı yorumcular, 20. yüzyılda hüküm süren emperyalizmin uluslararası siyonizmle ilgisine de dikkat çekiyorlar. Ama birçoklarında bu gerçek göz ardı ediliyor.
Siyonizm, 1897 Basel konferansıyla teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdur. Yahudiler bu konferanstan önce de devlet yönetimleriyle irtibat kurarak birtakım siyasi oyunlar çeviriyorlardı. Ancak siyonist ideolojiye göre teşkilatlanmanın başlamasıyla birlikte bu işi tek merkezden ve daha organize bir şekilde yürütmeye başlamışlardır. Böylece güçlerini ve etkilerini daha da artırmışlardır.
Biz bu araştırmamızda siyonizm ve bu ideolojinin organik yapısı üzerinde durmayacağız. Ağırlıklı olarak yukarıda sözünü ettiğimiz Dünya Derin Devleti yahut Gizli Dünya Devleti, bu gizli devletin dünyanın her tarafına elini uzatan teşkilatları ve bu teşkilatlarla siyonistlerin irtibatları hakkında bilgiler vermeye çalışacağız.

MEHTİ AS. İLGİLİ HADİSLER

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Allah, bu ümmete, her yüzyılın başında, dinini yenileyecek birini gönderecektir."
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ümmetim yağmur gibidir, sonu mu, yoksa başlangıcı mı hayırlıdır, bilinmez. Evveli ben, ortası Mehdi ve sonu Mesih olan bir ümmet, asla helâk olmaz."
Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Mehdi ile müjdelenin. O Kureyş'ten ve Ehlibeytimden bir kişidir. O insanların ihtilaf ve içtimai sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada çıkar. O yeryüzünü, kendinden önce zulüm ve baskı ile doldurulduğu gibi, adalet ve insaf ile doldurur. Ondan yer ve gök ehli razıdır. Ve O malı "Sahâhan" olarak taksim eder. Dediler ki: "Sahâhan nedir?". Buyurdu ki: "Seviye üzere" demektir. Ve ümmeti Muhammed (s.a.s.)'in kalblerini zenginlikle doldurur ve adaleti onları ihata eder. O kadar ki bir munadiye: "Kimin ihtiyacı varsa bana gelsin" diye nida etmesi emrolunduğunda, bir kişiden başka kimse gelmez. O kimse istekte bulunur. O da "Sâdin'e (hazinedara) git, sana versin" der. O da gider ve: "Ben Mehdi tarafından kendisine istediği verilmesi için gönderilen kimseyim" dediğinde hazinedar: "Al " der. O da alır. Fakat aldığını taşımaya gücü yetmez. Bunun üzerine taşıyabileceğini alır, fazlasını geri bırakır. O malla çıkar ama sonra pişman olur ve: "Ümmeti Muhammed'den (s.a.s.) nefis cihetinden en aç gözlüsü herhalde benim. Onların hepsi de bu mala davet olundukları halde benden başkası buna icabet etmedi" diyerek aldığı malı iade etmek ister. Hazinedar da: " Biz verdiğimizi katiyyen geri almayız" der. Bu devir altı, yedi, sekiz veya dokuz sene devam eder. Bundan sonraki hayatta ise hayır yoktur.
Ravi: Hz. Ebû Said el Hudri. (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Yarabbi, Abbas'a ve Abbas'ın evladına yardım et. Yarabbi Abbas'a ve Abbas'ın evladına yardım et. Yarabbi, Abbas'a ve Abbas'ın evladına yardım et. Ey amca, Mehdi senin sülalendendir. Teyid edilmiş, Radiye ve Merdiyye olarak.
Ravi: Hz. Abbas (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Mehdi, Amcam Abbas 'ın sülalesindendir.
Ravi: Hz. Osman İbni Affan (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Mehdi, benim Ehli Beytim'den ve evladı Fatımadandır.
Ravi: Hz. Ümmü Seleme (r.anha)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Biz öyle bir Ehli Beytiz ki, Allah Bizlere dünyayı değil, ahireti nasib etti. Benden sonra ehli Beytim, bela şiddet ve tarda maruz kalacaklar. Doğu tarafından siyah bayraklılar gelinceye kadar. Bunlar mal istiyecek, kendilerine mal verilmeyecek. Bunlar döğüşecekler, sonra geri çekilecekler, istedikleri kendilerine verilecek, fakat kabul etmiyecekler ve onu, ismi ismime, babasının adı, babamın adına uyan, Ehli Beytimden bir kimseye teslim edecekler. O (Mehdi) arza sahib olur. Ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı, doğruluk ve adaletle doldurur. Sizden veya sonra gelenlerden birisi ona yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa, gelsin ona katılsın. Muhakkak ki onlar hidayet sancaklarıdır.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.anhüma)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Size Allah'dan korkmanızı ve Habeşli bir köle bile üzerinize emir yapılsa onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Muhakkak ki, sizden biri Benden sonra yaşarsa, çok ihtilaflar görecektir. İşte o zaman Benim sünnetime ve Mehdi ve Raşidîn olan hulefanın sünnetine uyun. Onlara tutunun. Hem de can havliyle, azı dişlerinizle ısırır gibi. İşlerin, muhdes olanlarından sakının. Zira, her ihdas olunan bidattir. Her bid'atte dalalettir. (Her dalalette cehennemdedir.)
Ravi: Hz. İrbad (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Mehdi Bizdendir. Ey Ehli Beyt! Size müjdeler olsun. Allah (z.c.hz.)'leri onu bir gecede ihraz eder. (Olgunlaştırır.)
Ravi: Hz. Ali (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Yakında size Horasan tarafından siyah bayraklılar gelecek. Kar üzerinde emekliyerek olsa da onlara iltihak ediniz. Zira onların arasında Allah'ın halifesi "Mehdi" vardır.
Ravi: Hz. Sevban (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Benden sonra fitneler olur. Birisi de "Ahlas" fitnesidir.(deve çulu fitnesi, yani milletin boynunda temelli kalır.) Harpler, hicretler olur. Sonra daha şiddetli bir fitne olur. Ha bitti denir, daha da devam eder. O derece ki, fitnenin kendisine dokunmadığı ev ve müslüman kalmaz. Bu hal ehli beytimden bir Müslüman (Mehdi ) çıkıncaya kadar devam eder.
Ravi: Hz. Ebû Said (r.a.)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Nasıl helak olur bir ümmet ki, evvelinde Ben, sonunda Meryem oğlu İsa (a.s.) ve ortasında da Ehli beytimden Mehdi vardır.
Ravi: Hz. İbni Abbas (r.anhüma)

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
Dünyanın ancak bir günlük ömrü kalsa, Allah (z.c.hz.) yine o bir günü uzatır ve Ehli Beytimden ismi ismime, babasının ismi babamın ismine uygun birini meydana çıkarır (Mehdi a.s.) ve o da dünyayı adalet ve nesafetle doldururdu. Daha önce zulm ve cevr ile doldurulduğu gibi.
Ravi: Hz. İbni Mes'ud (r.a.)

MEHDÎ KONUSUNUN BAŞI
"Mehdî" sözlükte, "kendisine rehberlik edilen" demektir. Bütün istikâmetler Allah'dan geldiği için, bu kelime, kendisine Allah tarafından yol gösterilen, yani hususî ve şahsî bir şekilde Allah'ın hidâyetine nail olan mânâsını almıştır.

Terim olarak, Hz. Peygamber (s.a)'in kıyamete yakın bir zamanda geleceğin haber verdiği sâlih kuldur. Şüphesiz burada kastedilen, Şiilerin "Mehdî-Î Muntazar= Beklenen Mehdi" dedikleri On iki İmam'ın sonuncusu olan Mehdî değildir. Fakat, Mehdi'nin Hz. Fatıma'nın torunlarından olacağına dair hadis vardır. Ancak onun Hz. Hasan'ın mı yoksa Hz. Hüseyinin mi torunlarından olacağı ihtilaflıdır. İlerideki bir hadiste geleceği üzere Mehdinin adı Peygamberimizin adından, babasının adı da Peygamberimizin babasının adından olacaktır. Yani adı Muhammed, babasının adı da Abdullah olacaktır. "Mehdî ise onun ismi değil lâkabıdır. Mehdi'nin çıkması kıyametin alâmetlerindendir. O, dini kuvvetlendirecek, yer yüzünde adaleti yayacak ve tüm müslümanlar kendisine uyacaklardır. Mehdî'den sonra Hz. İsa inecek ve Deccâl'ı öldürecektir. Bir rivayete gö­re ise, Mehdî ile Hz. İsa birlikte "inecekler ve Deccâl'ı birlikte öldüreceklerdir. Hz. İsa, namazında Mehdiye uyacaktır.

Mehdî'nin zuhurunu haber veren hadîsi, Ebû Davûd, Tirmizî, Ibn Mace, Bezzâr, Hâkim, Taberanî, Ebû Râbî, rîvâyet etmişlerdir.

Bu zatlar, hadisi sahabeden kalabalık bir gruba isnâd etmişlerdir. Bu sahabeler şunlardır. Ali, İbn Abbas, Tâlha, İbn Ömer, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Hureyre, Enes b. Malik, Ebû, Saîd el Hudrî, Ümmü Habîbe, Ümmü Seleme, Sevbân, Kürel b. İyas, Ali el Hilâl Abdullah b. Haris b. Cezaî (r.a)'dır. Anılan bu zatların hadislerinin kimi sahih, kimi hasen, kimi de zayıftır. Bununla birlikte Mehdî konusunda, uydurulmuş hadis de vardır. Av-nü'I Ma'bûd'da Muhammed b. Münkedîr'den onun da Câbir'den merfûan rivayet ettiği söylenen "Mehdî'yi yalanlayan kafir olur" mânâsına gelen ve hadis denilen sözün uydurma olduğu ifade edilmektedir.

Mehdî'nin varlığını kabul etmeyenlerin Rasûlullah (s.a)'den merfû olarak rivayet edilen "Meryem'in oğlu İsa'dan başka Mehdî yoktur." mânâsındaki hadise dayandıkları söylenmektedir. Ancak Beyhakî ve Hâkim bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Buna sebep hadisin isnadındaki Ebân b. Salih'tir. O metrükü'l-hâdis birisidir.[1]

Câbir b. Semure (r.a) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a)'i, şöyle buyururken işittim: "Size etrafında (tüm) ümmetin toplanacağı oniki halife gelinceye kadar, bu din ayakta kalmaya devam edecektir."
(Bu arada) Rasûlullah (s.a)'den bir söz duydum ama anlamadım, ba­bama: Rasûlullah ne diyor?" dedim. "Hepsi Kureyş'den" (buyurdu) dedi.[2]

Cabir b. Sebûre (r.a) şöyle demiştir.
Rasûlullah (s.a)'i şunları söylerken işittim. "Oniki halife (gelince)ye kadar bu din aziz olarak devam edecektir."
Bunun üzerine insanlar, tekbir getirdiler, feryad ettiler. Sonra Rasûlullah sessizce bir şey söyledi, Babama: "Babacığım, Rasûlullah ne dedi?" dedim "Hepsi Kureyş'ten (buyurdu) dedi.[3]

Esveb. Saîd el Hemedânî, Cabir b. Semûre (r.a)'den bu (önceki) hadisi rivayet etti ve şunu ilâve etti:
Rasûlullah evine dönünce, Kureyşliler ona gelip "Sonra ne olacak?'' dediler. "Fitne ve iç savaş" buyurdu.[4]

Açıklama:
Bu babda geçen üç rivayet, aynı hadisin üç ayrı rivâyetidir. Gerek senetlerindeki, gerek se metinler­deki bazı farklılıklardan dolayı, musannif bu rivayetleri ayrı ayrı hadisler halinde vermiştir. Aynı hadisin rivayetleri olduğu için hepsinin izahını birlikte yapmayı uygun bulduk.
Efendimiz, ilk rivayette on iki halife gelinceye kadar bu dinin ayakta olmaya devam edeceğini söylemiştir.

İkinci Rivayette ise, bu mânâ "Aziz olmaya devam eder" şeklinde ifâde edilmiştir. Müslim'in bir rivayeti de "İnsanların işi, kendilerine oniki zat hükmettiği müddetçe yürümekte devam edecektir" şeklindedir.[5]

Dinin ayakta durmasından maksat, tahrif edilmeden esaslarının muhafazası, insanlara hakim olması, uygulanmasıdır. Aliyyü'l Kârî'de "Dinin aziz olmasını" aşağı yukarı aynı kelimelerle izah etmiştir.

Metindeki "On iki hâlife gelinceye kadar" cümlesi, Sahîh-i Müslim'in rivayetinde "Oniki hâlife hükmettiği müddetçe" şeklindedir. Zaten bu rivayette murad edilen mânâ da aynıdır. Hadisin devamında müslümanların bu on iki halife etrafında toplanacakları beyan buyurulmaktadır. Rasûlullah'm kasdettiği bu oniki halife kimlerdir? Bu konu ulemâ arasında hayli tartışılmıştır.

Bazı muhakkik alimler bu oniki halifeden dördünün Hülefa-i Raşidîn olarak tanınan, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, ve Hz. Ali (Allah hepsinden razı olsun) olduğunu, kalan sekizinin de kıyamete kadar geleceğini söylemişlerdir. Bir görüşe göre bu halifelerin hepsi aynı anda bulunacak, insanlar onların etrafına dağılacaktır.

Türbeştî, buradaki halifelerden muradın âdil olan hâlifeler olup, gerçekte halife ismine onların müstehak olduklarını söyler.

Bu hadisle ilgili olarak, Avnü'l Ma'bûd Müellifi, İmam Nevevî, Veliyyullah Dehlevî ve Hafûziddîn b. Kesîr'den çok kıymetli görüşler nakletmiştir. Bu görüşleri özet olarak nakletmek istiyoruz.
İmam Nevevî, Kadî'den naklen şöyle demektedir. "Burada iki soru yöneltilebilir. Bunlardan birisi şudur: Başka bir hadisde Peygamber (s.a) kendisinden sonra halifeliğin otıızüç sene olup, daha sonrasının saltanat olacağını haber vermiştir. Bu hadiste ise, on iki halife söz konusu edilmektedir. Bu iki hadis arasında bir çelişki vardır. Çünkü otuzüç sene içerisinde dört Râşit hâlifenin ve Hz. Hasan'in hilâfeti geçmiştir.

Bu soruya şu cevâb verilir. Rasûlullah'dan sonra otuzüç sene sürecek olan halifelikten murad, Nübüvetin halifeliğidir. Nitekim bazı rivayetlerde bu, "Benden sonra Nübüvet halifeliği" şeklinde varîd olmuştur. Oniki halife de ise bu şart aranmaz dolayısıyla bu açıdan hadisler arasında bir zıtlık yoktur.
İkinci soru da şudur; Müslümanların başına onikiden fazla halife geç­miştir. Bu, hadise zıt düşmez mi?
Bunun cevabı da şudur: Bu, bâtıl bir itirazdır. Çünkü Rasûlullah (s.a) sadece "Oniki gelecek" dememiş. "Oniki halife gelmedikçe", demiştir.

Dolayısıyla daha fazla halifenin gelmesi bu mânâya zarar vermez."
Şâh Veliyûllah'ın söyledikleri de özetle şöyledir. "Bu din, Allah (c.c), hepsi Kureyş'ten olmak üzere, oniki tane halife gönderilinceye kadar üstün olmaya devam edecektir." Hadisi müşkîl görülmüştür. Bu işkâle sebep de, hadisin on iki imam inancına sahip olan İsnâ aşeriyye mezhebi'nin görüşünü destekler mahiyette görülmesidir.

Gerçek Şudur: Kur'an-ı Kerim'de olduğu gibi Rasûlullah'ın hadisleri de biri birlerini izah ederler. Abdullah îbh Mes'ûd'un rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz, "İslam'ın değirmeni otuzbeş veya otuzaltı sene dönecektir. Eğer helak olurlarsa, onların yolu helak olanların yoludur. Eğer onların dini (düzgün olarak) kalırsa geçen kısımdan itibaren yetmiş sene kalır" buyuruyor. Bu hadisin mânâsını anlamakta hayli hatalara düşülmüştür. Bizim anladığımız şudur:

Bu müddetin başlangıcı, Hicrî İkinci yıldaki cihâddan itibarendir. Hadisdeki "eğer helak olurlarsa" cümlesinden maksat, şek veya şüphe için değil, o zaman büyük hadiselerin çıkacağını beyandır. Açık alâmetlere bakıldığında görülüyor ki, İslâmiyet'in kuvveti zayıflamış, Cihâd kesilmiştir. Sonra, Cenab-ı Allah, hilâfeti yoluna koyacak kişiler gönderecek ve bu intizam 70 yıl kadar devam edecektir. Gerçekten de Rasûlullah'm haber verdiği şeyler olmuştur. Cihâd'ın başlanıcından otuzbeş sene geçince Hz. Osman katledilmiş, müslümanlar parçalanmıştır. 36. yılında Cemel Vak'asi meydana gelmiş, müslümanlar kâfirlerle cihadı bırakıp birbirleri ile uğraşmışlardır. İslâmiyet zayıflamıştır. Ama Cenab-ı Allah, hilâfeti tekrar düzene koymuş ve tekrar cihadlar başlamıştır, bu hâl Abbasilere kadar devam etmiştir. Abbasiler döneminde de Allah Müslümanlara kuvvet vermiş, cihadlar devam etmiş bu durumda Moğol istilâsına kadar sürmüştür.

Hadisin İsna Aşerriyye'çilerin "on iki imam görüşü"nü teyid ettiğini söylemeye hiç imkân yoktur. Çünkü:
1- Hadiste anılan, on iki imam değil, hâlifedir. Halbuki Şiilerin kabul ettikleri oniki imamdan büyük çoğunluğu, halife olmamıştır.
Bunu İsna Aşeriyye de kabul eder.
2- Hadiste bu hâlifelerin Kureyş'e nisbet edilmeleri onların hepsinin
Ben-i Hâşîm'den olmadıklarını gösterir. Çünkü bir cemaatin hepsi bir batına mensup iseler, o batınla anılırlar, ama çeşitli batınlardan iseler o batınların mensup olduğu kabileye nisbet edilirler. Ben-i Hâşim batın, Kureyş kabiledir.
3- Oniki imam'a inananlar, dinin onlarla güç kazanacağını söylemiyorlar. Aksine, Rasûlullah'ın vefatından sonra dinin gizlendiğini İmamların takiyye prensibine göre hareket ettiklerini Hz. Ali'nin bile kendi mezhep ve görüşünü açığa vuramadığını söylerler.

Hadislerde, Râvî, Hz. Peygamberin, alçak sesle birşeyler söylediğini, ama kendisinin anlayamadığını, babasına sorunca, Efendimizin "Onların hepsi Kureyş'tendir" buyurduğunu anladığını söylemektedir.Yukarıda Veliyullah Dehvelî'den de naklettiğimiz gibi bu, gelecek oniki halifenin Kureyş'ten olacağının açık delilidir.

Üçüncü rivayette, Hz. Peygamber (s.a) kendisine gelen Kureyşliler'in sorusu olarak bu oniki halifeden sonra kavga ve kargaşaların çıkacağını haber vermiştir.[6]

Bize Müsedded haber verdi, Onlara Ömer b. Abîd haber ver­miş.[7] Bize Ebû Bekir, yani İbn-i Ayaş haber verdi. (H), bize Müsedded haber verdi, bize Sûfyân'dan Yahya haber verdi (H). Bize Ahmed b. İb­rahim haber verdi. Bize Ubeyduilah b. Musa haber verdi. Bize Zaide haber verdi. (H) Bize Ahmed b. İbrahim haber verdi, bana Ubeydullah b.Mûsa Fıtri'dan haber verdi, dedi. (Rivâyetlerdeki) mânâ ay­nıdır. Bunların hepsi Asım'dan, Asım, Zir'den o da Abdullah (b.Mes'ûd (r.a) vasıtasıyla Rasûfullah (s.a)'den rivayet etmiştir;

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Dünyada sadece bir gün kalsa, -Zaîde, hadisinde şöyle dedi - Allah o günü uzatır da - sonra bütün râvîler ittifak ettiler.[8] -O günde Benden veya ehli beytimden, adı adıma, babasının adı da babamın adına uyan bir adam gönderir"

Fitr hadisinde şu ilâve vardır:
O şahıs "dünyayı, zulümle dolduğu gibi, adaletle dolduracaktır" Süfyân hadisinde şöyle dedi. , Araplara, adı adıma uyan ehl-i beytimden biri hakim olmadıkça dünya son bulmayacak, - Veya gitmeyecektir -[9]

Ebû Davûd der ki, Ömer ve Ebu Bekr'in (rivayetleri) Süfyân'm (rivayetinin) aynıdır, (yani son ilâve, bunların rivayetinde de vardır.[10]

Açıklama:
Tirmizî, hadis-î şerif için "Hasen Sahîh" demiştir.
Dipnotta da işaret edildiği gibi bu hadis, müsannıfa beş ayrı isnâdla gelmiştir. Bu isnâdlardaki rivayetler mânâ itibariyle aynı olmakla birlikte, lâfız olarak aralarına bazı küçük farklar vardır. Metinde bu farklar gösterilmiş, tercemeye de aynen aktarılmıştır. Ancak bu: okuyucu için, hadisin mânâsını anlatmakta, bir güçlük doğurmaktadır. Onun için, hadiste ifâde edilen mânâyı tekrar atkarmak istiyoruz.

Efendimiz'in beyânına göre, dünyanın ömründen sadece bir gün bile kalsa Cenab-ı Allah, o günü uzatacak ve Rasûlullah'in ehl-i beytinden Abdullah oğlu Muhammed isminde bir zat gönederecektir. Bu zat tüm araplara hakim olacak ve daha önce zulümle dolan dünyayı adaletle dolduracaktır.
Ulemanın beyanına göre, Rasûlullah'ın geleceğini haber verdiği bu zat Mehdî'dir. Mehdî'nin, Rasûlullah'ın ehl-i beytinden olduğu, hadisle sabit olmakla beraber, oun Hz. Hasan'm mı yoksa Hz. Hüseyin'in mi soyundan geleceği konusunda bir nâss yoktur. Bu yüzden Ulema bu hususta ihtilâf etmiştir. Aliyyü'l Kârî Mirkat'da, iki nesebin birlikte bulunmasına bir engel olmayacağını, zahire göre Mehdî'nin baba tarafından Hz. Hasan, Anne tarafından Hz. Hüseyin'e mensup olacağını söyler. Bunu söylerken de Hz. İbrahim'in oğullan İsmail ve İshak (s.s)'a kıyas yapar, İsrailoğullarının bütün peygamberleri Hz. İshak'ın soyundan geldiği halde bizim Peygamberimiz (s.a), Hz. İsmail'in soyundan gelmiş ve Öbürlerinin tümü makamına kâîm olmuştur. Aynı şekilde İmamların çoğu ve Ümmetim büyükleri, Hz. Hüseyin'in soyundan gelmiştir. İşte buna karşılık beklenen Mehdî'nin de Hz. Hasan'ın soyundan gelmesi muvafıktır. İşte evliyanın sonuncusu olacak olan bu zat, diğer büyük zevatın yerine kaîm olacaktır.
Efendimiz'in bildirdiğine göre, Mehdî geldiğinde yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Kimi alimler bundan maksadın tüm dünya, kimi alimler Arap ülkeleri ve ona tâbi yerler olduğunu söylerler.
Süfyân'ın rivayetine göre, Mehdî tüm Araplara malik olacaktır. Alimler "Araplar"ın galibe nazaran zikredildiğini, onun sadece Araplara değil tüm kavimlere mâlik olacağını söylerler. Rasülullah'ın sadece Arapları anması, o zaman Müslümanların araplardan oluşması, ya da diğer halklar müslüman olunca, ilk müslüman olan Araplarla tek millet gibi olmalarıdır. Şüphesiz, doğrusunu Allah bilir.[11]

Ali (b. Ebî Talib) (r.a)'dan; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir.
Dünyanın ömründen sadece birgün kalsa bile, Allah (c.c) benim ehl-i beytimden bir adam gönderecektir. O dünyayı, (daha önce) zulümle olduğu gibi, Adaletle dolduracaktır.[12]

Açıklama:
Bu hadisin senedi sağlamdır. İsnâddaki Fıtr b. Hânife’yi Ahmet b. Hanbe], Yahya b. Saîd el-Kettân, Yahya b. Maîn, Nesaî, î, İbn Sa'ad ve Sâcî sika kabul etmişlerdir.
Bu hadis, yukarıda geçen hadisle aynı mânâdadır. Rasûlullah'ın söz konusu ettiği şahıs Mehdî'dir. Yukarıda gerekli malumat verilmiştir.[13]

Ümmü seleme (r.a)şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a)'i şöyle buyururken işittim:
"Mehdî[14] benim ailemden, Fatima'nın oğullarındandır."

Abdullah b. Cafer şöyle demiştir:
Ebûl MelhYi, Ali b. Niifeyl'i överken ve onun iyiliğini söylerken dinledim.[15]

Açıklama:
Hadisin İbn Mâce'deki rivâyetinde"benim ailemden cumlesi" mevcut değildir.
"Benim ailem" diye terceme ettiğimiz” kelimesi birkaç mânâya gelmektedir. Hattabî, bu kelime ile ilgili olarak şu mânâlara işâret etmektedir.
a) Kişinin, kendi sulbünden gelen oğlu,
b) Kişinin akrabaları,
c) Kişinin amcaoğullan Hz. Ebu Bekir Sakîfe gününde, "Biz, Rasûlullah'ın amca oğullarıyız" demiştir.
İbnü'l Esîr, En-Nihâye adındaki eserinde bu kelimeyi şöyle izah etmiş­tir: kişinin en yakın akrabasıdır. Hz. Peygamber'in ıtresi Abdû'l Muttalip oğullandır. Kureyş olduğu da söylenmiştir. Meşhur olan, onların, kendilerine zekat verilmesi caiz olmalayanlar (Haşimoğulları) olduğudur.
Hadisin devamında Efendimiz, Mehdî'nin Hz. Fâtıma'nın evlâdından olacağını beyan buyurmuştur. Hafız İmâduddin, bu ifadeyi göz önüne alarak Mehdî'nin Abbasilerden sonra çıkacağını söylemiştir.
Bu hadis, Mehdî'nin Hz. Fatıma'nın oğulları arasından çıkacağı konusunda açıktır. Ama hangi oğlunun neslinden geleceği konusunda bir açıklık yoktur. Bu konu daha önceki hadisin şerhinde açıklanmıştır.
Hadisin sonunda Abdullah b. Cafer, Râvîlerden Ali b. Nüfeyl'in güvenli bir râvî olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Onu böyle bir izaha gerek duyduran sebep Ali b. Nüfeyl hakkındaki bazı söylentilerdir. Ulema ge­nelde bu zat hakkında (Lâ be se bih) tâbirini kullanmaktadır.[16]

Ebû Saîd El Hudrî (r.a)'dan rivâyt edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Mehdî ben (im neslim) dendir. O açık alınlı ve ince burunludur. Dünyayı zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracak ve yedi sene hüküm sürecektir."[17]

Açıklama
"Açık alınlı" diye terceme ettiğimiz terkibi, aslında, "başının ön tarafının saçı dökül­müş veya saçının yarısı dökülmüş" mânâlarındandır. "İnce burunlu" diye terceme ettiğimiz terkibinin de ayrıca, uzun burunlu, yumru burunlu mânâlarına gelmesi ihtimal vardır. Aliyyü'l
Bu hadiste Efendimiz, yukarıdakilerden farklı olarak Mehdî'nin şekli­ni tarif etmiş, kalacağı müddeti söylemiştir. El Münâvî bir rivayette yedi senenin yanı sıra "Veya dokuz" sene ilâvesinin, başka bir rivayette de "Allah ona üçyüzbin melekle yardım edecektir." ilâvesinin yer aldığını söyler.[18]

[1] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/393-394.
[2] Tirmizî, Fiten, 46. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/394.
[3] Müslîm. İmare 7; Ahmed b. Hanbel V-90,93. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/395.
[4] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/395.
[5] Müslim, İmare 6.
[6] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/395-399.
[7] Bu işaret değişik senetleri delirtmek için konulur. Bu hadis Müellife beş ayrı isnâdla gelmiş ve bunların ara sun harfi İle ayırmıştır. "Tahvil" anlamındadır.
[8] Buradaki şek râvî'dendir,
[9] Şek râvîdendir.
[10] Tirmizî, Fiten 52. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/399-400.
[11] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/400-401.
[12] İbn. Mâce, Fiten 34 Ahmed b. Hanbel 1-299, III -28,37. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/401-402.
[13] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402.
[14] "Mühdi" şeklinde okumak mümkündür.
[15] İbn Mâce, Fiten 34. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402.
[16] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/402-403.
[17] Ahmed b. Hanbel II-291, 111-17. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/403-404.
[18] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/404.

KÜTÜB-İ SİTTE'DE DECCAL'LE İLGİLİ HADİSLER

4973 - Şa'bî'nin, Fatıma bintu Kays RA'dan nakline göre Fatıma şöyle anlatmıştır: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Temîmüd-Dârî hristiyan bir kimse idi. Gelip biat etti ve müslüman oldu. O, benim Mesih Deccal'den anlattığıma uygun olan bir rivayette bulundu. Bana anlattığına göre, Temîm, bir gemiye binip denize açılmıştı. Yanında Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi vardı. (Hava şartları iyi olmadığı için) onlarla denizin dalgaları bir ay kadar oynadı. Sonunda güneşin battığı esnada denizde bir adaya yanaştılar. Geminin kayıklarına binerek adaya çıktılar. Derken karşılarına çok tüylü kıllı bir hayvan çıktı. Bunlar, tüylerinin çokluğundan hayvanın baş tarafı neresi, arka tarafı neresi anlayamadılar. (Şaşkın Şaşkın:)
"--Sen necisin, neyin nesisin?" dediler.
O cevap verdi:
"--Ben cessâseyim!"
"--Cessâse nedir?" denildi.
"--Ey cemaat! Su manastıra kadar gelin! İçinde bir adam var, o sizin haberinize müştaktır!" dedi.
O, böylece bir adamdan söz edince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk. Hemen koşarak manastıra girdik. İçeride bir adam vardı; hilkatce gördüklerimizin en irisiydi ve elleri boynuna, dizlerinden topuklarına demirle sıkı şekilde bağlanmıştı.
"--Vah sana! Kimsin sen?" dedik.
"--Benim haberimi alabilmişsiniz. Simdi siz kimsiniz, bana söyleyin!" dedi.
Arkadaşlarım:
"--Biz bir grup Arabız. Bir gemideydik, denizin coşkun bir anına rastladık. Dalgalar bizi bir ay oynatıp oyaladı. Sonra su adaya yaklaştık, sandallara binip adaya çıktık. Tüylü ve çok kıllı bir hayvanla karşılaştık. Tüyünün çokluğundan başı ne taraf, arkası ne taraf anlayamadık.
"--Vah sana, nesin sen?" dedik.
"--Ben cessaseyim!" dedi. Biz:
"--Cessase de ne?" dedik.
"--Manastirdaki su adama gelin, o sizin haberinize pek müştaktır!" dedi.
Biz de koşarak sana geldik. Biz onun bir şeytan olmadığından emin olmadığımız için korktuk." dedik.
Adam:
"--Bana Beysan hurmalığından haber verin!" dedi.
Biz:
"--Onun neyinden haber soruyorsun?" dedik.
"--Ben onun ağacından soruyorum, meyve veriyor mu?" dedi.
"--Evet!" dedik.
"--Öyleyse meyve vermeme zamanı yakındır!" dedi.
"--Bana Taberiye gölünden haber verin!" dedi.
"--Onun nesinden haber istiyorsun?" dedik.
"--Onun suyunun çekilmesi yakındır!" dedi.
"--Bana Züger gözesinden haber verin!" dedi.
"--Sen onun neyinden haber istiyorsun?" dedik.
"--Gözede su var mıdır? Orada su var mıdır?" dedi.
"--Evet, onun çok suyu vardır! Sahipleri onun suyu ile ziraat yapıyorlar!" dedik.
"--Ummîlerin peygamberinden bana haber verin? O ne yaptı?" dedi.
"--O Mekke'den çıkıp Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti" dedik.
"--Araplar onunla mukàtele etti mi?" dedi. Biz:
"--Evet!" dedik.
"--Onlara karşı ne yaptı?" dedi.
Biz de, (onu ezmek için) peşine düşen Araplara galebe çaldığını, Arapların kendisine itaat ettiklerini haber verdik. (O da bize:)
"--Bu, onların itaat etmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Ben şimdi size kendimi tanıtayım: Ben Mesih Deccal'im. Çıkış için bana izin verilme zamanı yakındır. O zaman çıkıp yeryüzünde dolaşacağım. Kırk gün içinde uğramadığım karye (köy) kalmayacak, Mekke ile Taybe (Medine) hariç. Bu iki şehir bana haramdır. Onlardan birine her ne vakit girmek istersem, elinde yalın kılıç bir melek beni karşılar, benim oraya girmeme mânî olur. Onların her bir geçidinde bir melek vardır, onları korur!" dedi."
Sonra Rasûlüllah SAS çubuğuyla minbere dürterek:
"--Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Ben bunu size anlattım değil mi?" buyurdular.
Halk da:
"--Evet!" diye karşılık verdi.
Bunun uzerine SAS:
"--Temîmid-Dârî'nin rivayetinin benim size ondan (Mesih Deccal'dan), Mekke ve Medine'den anlattığıma muvafık düşmesi hoşuma gitti. Bilesiniz O Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır, doğu tarafındandır. Evet o doğu tarafından zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti."
Müslim, Fiten 119, (2942); Ebû Dâvud, Melâhim 15, (4325, 4326); Tirmizî, Fiten 66, (2254).
4982 - Yine Ebû Hüreyre RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Rumlar, A'mak ve Dabık nam mahallere inmedikce kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak uzere saf saf düzen alınca, Rumlar:
"--Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de, onları öldürelim!" derler.
Müslümanlar da:
"--Hayır! Vallàhi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz." derler.
Bunun üzerine (müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan üçtebiri inhizama ugrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçtebiri katledilir, bunlar Allah indinde şehidlerin en faziletlileridir. Üçtebiri de muzaffer olur, bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar Istanbul'u da fethederler.
(Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nida atar:
"--Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!"
Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber bâtıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikàmet okunur. Derken İsâ ibn-i Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hazret-i İsâ'yi görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helâk oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu İsâ AS eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir."
Müslim, Fiten 34, (2897).
4983 - Yine Ebû Hüreyre RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS (bir gün):
"--Bir tarafı karada, bir tarafı da denizde olan bir şehir isittiniz mi?" diye sordular.
Oradakiler "Evet!" deyince, şöyle buyurdular:
"--İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. "Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber!" derler. Bunun uzerine şehrin deniz tarafı düşer. Sonra askerler ikinci kere, "Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber!" derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar "Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber!" derler. Bu sefer onlara kapılar açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir münâdi gelip, "Deccal çıktı!" diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler."
Müslim, Fiten 78, (2920).
4976 - Ebû Said el-Hudrî RA'in anlattığına göre, Rasûlüllah SAS'e Deccal'den sormuş. SAS de şu cevabı vermiştir:
"O (Deccal) çıktığı gün (aynen bir insan gibidir) yemek yer. Ben size, onun hakkında, benden önceki peygamberlerden hiçbirinin kendi ümmetine anlatmadığı hususları anlatacağım:
Onun sağ gözü meshedilmiştir, (görmez), pertlektir, göz hadakası yoktur, sanki hadakası cevrim içinde bir balgam gibidir. Sol gözü de inciden bir yıldız gibidir. Onun beraberinde sanki cennet ve ateşin birer misli vardır. Ancak hakikatta ateşi cennet, suyu da ateştir.
Haberiniz olsun! Onun yanında iki kişi vardır; köy halkını inzar ederler. Bu ikisi köyden çıkınca, Deccal'in ashabından ilki oraya girer."
Rezin tahric etmiştir. Hadisin kaynağı yok ise de, hadiste yer alan mefhumların şahidleri Sahihayn ve diğer kaynaklarda çoğunluk itibariyle gelmiştir.
4977 - İbn-i Ömer RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS Veda haccı sırasında (bir ara):
"--Halk susup dinlesin!" buyurdular.
Sonra Allah'a hamd ve senâda bulunup, arkadan Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve buyurdular ki:
"--Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla inzar etti. Nuh Aleyhisselâm ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra gelen peygamberler de...
O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali sizden gizli kalmayacak. Rabbinizin tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm danesi gibidir. (İki gözünun arasında ke-fe-re yâni kâfir yazılmış olacaktır. Bunu her müslüman okuyacaktır)."
Buhari, Fiten 27; Müslim, Fiten 100-103, (169)-(2933).
4975 - Hz. Huzeyfe RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Deccal çıktığı vakit, beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördügu tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur."
Buhari, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebû Dâvud, Melâhim 14, (4315),
4572 - Yine Ebû Hüreyre RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Medine'ye geçit veren dağ gediklerinde (birbiriyle kenetlenmis) melekler var. (Her gedikte (kınından çekilmiş) kılıçlarıyla bekleyen iki meleğin korumaları sebebiyle Medine'ye ne veba ve ne de Deccal giremez."
Buhari, Fezailu'l-Medine 9, Tibb 30, Fiten 27; Müslim, Hacc 485, 486, (1379, 1380); Muvatta, Cami' 16, (2, 892); Tirmizi, Fiten 51, (2244).
Müslim'in rivayetinde şu ziyade var: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Mesih Deccal, doğu tarafından gelir. Kasdı Medine'dir. Uhud'un arka tarafına iner. Derken (Medine'yi bekleyen) melekler, onun yüzünü Şam tarafina çevirirler ve orada helâk olur."
4573 - Hz. Enes RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Mekke ve Medine hariç Deccal'in çignemeyeceği memleket yoktur. Mekke ve Medine'ye geçit veren yolların herbirinde saf tutmuş melekler vardır, buraları korurlar. (Deccal) es-Sebbiha nam mevkie iner. Sonra Medine ahalisini üc sarsıntı ile sarsar. Bunun üzerine (şehirde bulunan) bütün kâfir ve münafıklar (şehri terkederek Deccal'e) gelirler."
Buhàrî, Fezailu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 123, (2943).
4974 - Ebû Saidi el-Hudrî RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS bize Deccal uzerine uzun bir hadis rivayet etti. Bize anlattıkları meyanında şöyle de demişti:
"Deccal, Medine gecitlerine girmesi kendisine haram kılınmış olarak çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O gün insanların en hayırlısi olan --veya en hayırlılarından-- bir kimse onun karşısına çıkar ve:
"--Sen Rasûlullah SAS'in bize haber verdiği Deccal'sin!" der.
Deccal de (kendi adamlarına):
"--Ben şunu oldürüp sonra da diriltsem ne dersiniz? Bu iste bir süpheye düşer misiniz?" der.
Oradakiler:
"--Hayır!" derler.
Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Diriltildiği zaman, adam:
"--Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli olmamıştım!" der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi diyerek öldürmek isteyecek, fakat musallat edilmeyecek."
Buhari, Fiten 27, Fedailu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 112, (2938).
7194 - Abdullah ibn-i Mes'ud RA anlatıyor:
"Mi'rac gecesinde, Rasûlüllah SAS Hz. İbrâhim, Hz. Mûsa ve Hz. İsâ ile karşılaştı. Kıyameti aralarında müzakere ettiler. Önce Hz. İbrâhim Aleyhisselâm'dan başlayıp ona kıyametten sordular. Onun kıyamet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Hz. Musa Aleyhisselâm'a sordular. Kıyamet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz Hz. İsâ Aleyhisselâm'a geldi. O:
"--Kıyametin kopmasina yakın şeyler (alametler) hakkında bana bilgi verildi. Ama Kıyametin kopma (vaktini) Allah'tan başka hiç kimse bilemez!" dedi.
Sonra (kıyametin alâmetlerinden biri olarak) Deccal'in çıkmasını anlattı. Şunları söyledi:
"Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk memleketlerine dönecek. Bu defa onların karşısına Ye'cüc ve Me'cüc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edecekler. Onlar giderken rastladıkları her suyu icip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler.
Bunun uzerine halk feryad ederek Allah'tan yardım dileyecek. Ben de Ye'cüc ve Me'cüc'ü öldürmesi için Allah'a dua edeceğim. (Duam kabul görecek) ve yer onların (leşlerinin) kokusu ile çok pis kokacak. Ben yine Allah'a dua edeceğim! Allah da bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır.
Daha sonra dağlar ufaltııp dağıtılacak ve yer, derinin yayılıp genisletildiği gibi yayılıp genişletilecek. İşte şöylenen bu hal vukua gelince, insanlara yakınlığı itibariyle kıyametin, ev halkı ne zaman doğumu ile aniden karşılaşacaklarını bilmedikleri hamile kadın gibi olacağı bana bildirildi."
Râvi el-Avvam demiştir ki: "Bunun tasdiki Kitabullah'ta bulunmuştur (Meâlen):
"Nihayet, Ye'cüc ile Me'cüc'ün önündeki sed açıldığında, her tepeden saldırmağa başlarlar." (Enbiya 96).
IBNÜ SAYYAD
4978 - Muhammed ibnül-Münkedir anlatıyor: "Câbir ibn-i Abdillah RA, İbn-i Sayyad'in Deccal olduğu hususunda yemin ederdi. Ben:
"--Sen Allah'a yemin de ediyorsun ha!" dedim. Bana şu cevabı verdi:
"--Nasil etmeyeyim? Ömer ibnül-Hattab RA'ın, Rasûlüllah SAS'in yanında İbn-i Sayyad'in Deccal olduğu hususunda yemin ettiğini işittim. Buna rağmen, SAS kendisini reddetmemişti."
Buhari, I'tisam 23; Müslim, Fiten 94, (4929), Ebû Dâvud, Melahim 16, (4331).
4979 - İbn-i Omer RA anlatıyor:
"Omer İbnül-Hattab RA, ashabdan bir grup içerisinde Rasûlüllah SAS'la birlikte İbn-i Sayyad'a dogru gittiler. Onu, Benî Megale şatosunun yanında çocuklarla oynar buldular. O sıralarda büluğa yaklaşmış durumdaydı. İbn-i Sayyad, SAS, eliyle sirtina vuruncaya kadar (onların geldiğini) hissetmedi. SAS, omuzuna vurup:
"--Benim Allah'ın Rasûlü olduğuma şehadet ediyor musun?" diye sordu.
İbn-i Sayyad ona bakıp:
"--Şehadet ederim ki, sen ummîlerin peygamberisin!" dedi.
İbn-i Sayyad da Rasûlüllah'a:
"--Sen, benim Allah'ın rasûlü olduğuma şehadet eder misin?" dedi.
SAS onu reddetti ve:
"--Ben Allah'a ve onun rasullerine iman ettim!" buyurdu ve sonra sordu:
"--Pekiyi, ne göruyorsun?"
"--Bana bir doğru sözlü (sadık), bir de yalancı (kâzib) gelmektedir." diye cevap verdi.
Bunun üzerine SAS:
"--Sana bu iş karıstırıldı! (Sıdkı kizb; kizbi sıdk ile karıstırıyorsun.)" buyurdular.
Sonra da SAS ona:
"--Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!)" dedi.
İbn-i Sayyad:
"--O dumandır!" diye cevap verdi.
SAS:
"--Sus, sen kendi kadrini hiçbir vakit aşamayacaksın!" buyurdular.
Bunun uzerine Hz. Omer radiyallahu anh:
"--Ey Allah'ın Rasûlü! Bana müsâade buyurun, şunun boynunu vurayım!" dedi.
SAS de:
"--Eğer (Deccal) bu ise, sen ona musallat edilecek değilsin. Eğer bu Deccal değilse, onu öldürmekte sana bir hayr yok!" buyurdular."
Buhari, Cenâiz 80, Şehâdet 3, Cihad 178, Edeb 97; Müslim, Fiten 85, 95,
(2924, 2930); Ebû Dâvud, Melâhim 16, (4329); Tirmizî, Fiten 63, (2250), 56, (2236).
Tirmizî, "Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!)" sözünden sonra şu ibareyi ilâve etti:
"'Şimdi sen, semânın apaşikâr bir duman getireceği günü gözetle (Habibim!)' (Duhan 10) ayetini gizlemişti."
4980 - Hazret-i Câbir RA anlatıyor:
"İbn-i Sayyad, Harre savaşı sırasında kaybedildi."
Ebû Dâvud, Melâhim 16, (4332).
7250 - Ebû Said RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS (bir gün) yanımıza geldi. Biz o sırada Mesih Deccal'i müzakere ediyorduk. Dediler ki:
"--Ben size, nazarımda sizin için Mesih Deccal'den daha ürkütücü bir şeyi haber vereyim mi?"
"--Evet! Ey Allah'ın Rasûlü, söyleyin!" dedik.
"--Şirk-i hafîdir (gizli şirk). Meselâ, kişi kalkar, namaz kılar, bu namazını kendisine bakanlar sebebiyle güzel kılar. (İşte bu, gizli şirke bir örnektir.)" buyurdular.
5461 - Zeyd ibn-i Sâbit RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS, bizimle birlikte, Benî Neccar'a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşısında beş veya altı kabir vardı. SAS Efendimiz:
"--Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular.
Bir adam:
"--Ben biliyorum!" deyince, SAS:
"--Ne zaman öldüler?" dedi.
Adam:
"--Şirk devrinde..." deyince, SAS;
"--Bu ümmet kabirde fitneye mâruz kılınacak. Eger birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim." buyurdular ve sonra şunları şöylediler:
"--Kabir azabından Allah'a sığının!" Oradakiler:
"--Kabir azabından Allah'a sığınırız." dediler.
SAS:
"--Cehennem azabından da Allah'a sığının!" dedi
"--Cehennem azabından Allah'a sığınırız." dediler.
"--Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah'a sığının!" dedi.
"--Acik ve kapalı her çeşit fitneden Allah'a sığınırız!" dediler.
"--Deccal'in fitnesinden Allah'a sığının!" buyurdu.
"--Deccal'in fitnesinden Allah'a sığınırız." dediler."
Müslim, Cennet 67, (2867).
5012 - Hazret-i Muaz ibn-i Cebel RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS (bir gün):
"Beytül-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame Istanbul'un fethidir, Istanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!" buyurdular.
Sonra elini konuşmakta olduğu kimsenin dizine vurdular ve:
"--Bu şöylediğim kesinlikle hakîkattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi!" buyurdular.
Hazret-i Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yâni SAS'in konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse, Muaz ibn-i Cebel RA'tır.)"
Ebû Dâvud, Melâhim 3, (4294).
5013 - Abdullah ibn-i Busr RA anlatıyor: "Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Melhame ile Medine'nin fethi arasında altı yıl vardir. Yedinci yılda da Mesih Deccal çıkar."
Ebû Dâvud, Melahim 4, (4296); İbn-i Mace, Fiten 35, (4093).
1784 - İbn-i Abbas RA Hazretleri anlatıyor: "Rasûlüllah SAS, teşehhüdden sonra şunu okurdu:
(Allàhümme innî e�zü bike min azâbi cehennem, ve e�zü bike min azabil-kabri ve e�zü bike min fitnetid-deccâl, ve e�zü bike min fitnetil-mahyâ vel-memât.)
"Allahım, ben cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım. Hayat ve olum fitnesinden de sana sığınırım."
Ebû Dâvud, Salât 184, (984).
4812 - Huzeyfe RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Her ümmetin mecûsîleri vardir. Bu ümmetin mecûsîleri 'Kader yoktur!' diyenlerdir. Bunlardan kim ölürse cenazelerinde hazır bulunmayın! Onlardan kim hastalanırsa ona ziyarette bulunmayın! Onlar Deccal bölüğüdür. Onları Deccal'e ilhak etmek, Allah üzerine bir haktır."
Ebû Dâvud, Sunnet 17, (4692).
5998 - İbn-i Omer RAÊanlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur'an'ı okuyacaklar, ancak okudukları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek. Onlardan bir grup çıktıkça, kökleri kazınacaktır."
İbn-i Ömer der ki: "Rasûlüllah SAS'in:
"Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır." ibaresini yirmi kereden fazla işittim."
(İbn-i Ömer, Rasûlüllah'tan işittiği sözleri şöyle tamamladı:)
"Nihayet bu cemaatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında, Deccal çıkacaktır."
4504 - Hz. Ebû Hüreyre RA anlatıyor: "Benî Temîm'i, haklarında Rasûlüllah SAS'dan isittiğim üç seyden sonra hep sever oldum. Demisti ki:
"--Onlar Deccal'e karşı ümmetimin en siddetlisidirler."
Onların zekâtları gelmişti. SAS:
"--Bu, kavmimizin zekâtlarıdır!" buyurdular.
Hz. Aişe RA'nın yanında onlardan bir esire kadın vardı. Hazret-i Aişe'ye:
"--Onu azad et, çünkü o, Hazret-i İsmâil evlâtlarındandır!" buyurdular."
Buhari, Itk 13, Megazi 67; Müslim, Fezailu's-Sahabe 198, (2525).
35 - Hz. Enes RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdu ki:
"Üç şey vardır ki imanın aslındandır:
1. Lâ ilâhe illallah diyene saldırmamak. İşlediği herhangi bir günahı sebebiyle bu kimseyi tekfir etme! Herhangi bir ameli sebebiyle de İslâm'dan dışarı atma!
2. Cihad. Bu, Allah'ın beni peygamber olarak gönderdiği günden, bu ümmetin Deccal'e karşı savaşacak en son ferdine kadar cereyan edecektir. Onu, ne imamın zalim olması, ne de adil olması ortadan kaldıramayacaktır.
3. Kadere iman."
Ebû Dâvud, Cihad 35, (2532).
4492 - İmran ibn-i Husayn RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup (taife), hak uzerine savaşmaya devam edeceklerdir. Onlar kendilerine meydan okuyanlara karşı muzafferdirler. Öyle ki, bunların sonuncuları Mesih-Deccal'le de savaşırlar."
Ebû Dâvud, Cihad 4, (2484).
1554 - İbn-i Ömer RA anlatıyor:
"Rasûlüllah SAS aramızda olduğu halde biz veda haccından bahsederdik ve veda haccının ne olduğunu bilmezdik. Veda haccında Rasûlüllah SAS Allah'a hamd ve sena edip, sonra da Mesih Deccal'i mevzubahis etmişti. Sözü onun hakkında epeyce uzatıp şunları da şöylemisti:
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Hazret-i Nuh Aleyhisselâm ve ondan sonra gelen bütün peygamberler onunla korkuttular.
Bilesiniz o, aranızdan çıkacaktır. Onun şe'ninden (yapacağı icraatler) hiçbir sey size gizli kalmayacak. Çünkü sizlere gizlemez. Rabbinizin gözü kör değildir, halbuki onun sağ gözü kördür. Onun gözü pertlek bir üzüm gibidir.
Haberiniz olsun! Allah sizlere birbirinizin kanını, malını haram kıldı. Bunlar şu günlerinizin, şu beldenizdeki haramlığı gibi haramdır.
--Acaba tebliğ ettim mi?"
Rasûlüllah SAS'in bu sorusuna cemaat hep bir ağızdan:
"--Evet..." diye cevap verdi.
Bunun üzerine üç sefer:
"--Ya Rab, şâhid ol! Ya Rab, şâhid ol! Ya Rab şâhid ol!" dedi ve tekrar cemaate yönelerek:
"--Vah size (veya eyvah size)! Benden sonra dönüp birbirlerinizin boyunlarını vuran kâfirler olmayın!" dedi."
Buhàrî, Hac 132, Edeb 43, 95, Hud 9, Diyât 2, Fiten 8; Müslim, İman 119, (66).
7110 - İbn-i Abbas RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS, Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi şu duayı bize öğretmişti:
"Allahım! Cehennem azabından, kabir azabından, Mesih Deccal'in fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım."
7187 - Hazret-i Enes ibn-i Mâlik RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Şu altı seyden önce (ahirete bakan) iyi ameller işlemekte acele edin:
1. Günesin battığı yerden doğması,
2. Duhan,
3. Dabbetül-arz,
4. Deccal,
5. Herbirinize mahsus olan ölüm,
6. (Sizin sâlih amelinize mânî olacak) amme hizmeti."
1673 - İbn-i Ömer RA anlatıyor: Hayır, Allah'a kasem olsun ki, Rasûlüllah SAS Hazret-i İsâ'nın kızıl çehreli olduğunu söylemedi. Ancak şunu şöyledi:
"Ben bir keresinde uyumuştum. Rüyamda Beytullah'i tavaf ediyordum. O sırada düz saçlı, kumral benizli, başından su akar vaziyette iki kişiye dayanıp ortalarında gitmekte olan birisini gördüm.
'--Bu kim?' dedim.
'--Meryem'in oğlu!' dediler.
Bunun üzerine daha yakından görmek için ilerledim.
Kızıl, iri, kıvırcık saçlı, sağ gözü kör, gözü üzüm gibi pertlek bir adam daha vardı.
'--Bu kim?' dedim.
'--Bu, Deccal!' dediler.
İnsanlardan en çok ona benzeyeni İbn-i Katan'di."
Zuhrî der ki: "İbn-i Katan, câhiliye devrinde vefat eden Huzaalı bir kimseydi."
Buhàrî, Tabi 33, 11, Enbiya, 42, Libas 68, Fiten 26, Müslim, İmam 275,(169);
Muvatta, Sıfatun-Nebî 2, (2, 920).
608 - Hazret-i Ebû Hüreyre RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Kıyametin üç alâmeti vardir, onlar zuhur edince, daha önce inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez." (En'am, 158)
1. Güneşin battığı yerden doğması,
2. Deccal,
3. Dabbetül-arz."
Müslim, İman 249, (158); Tirmizî, Tefsir, En'am (3074).
4216 - Zeyd ibn-i Sabit radiyallahu anh anlatıyor:
"Rasûlüllah SAS Uhud'a çıktığı zaman, (bir müddet sonra) onunla beraber çıkanlardan bir kısmı geri döndü. (Bunlar hakkında) Rasûlüllah SAS'in ashabı ikiye ayrıldı. Bir grup: "Bunları öldürelim!" diyordu. Öbür grup ise: "Hayır onları öldürmeyelim!" diyordu. Bu ihtilaf üzerine şu ayet nâzil oldu:
"(Ey Müslümanlar!) Münafiklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları yaptıklarından dolayı baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bulamayacaksın!" (Nisa: 88).
Rasûlüllah da şöyle buyurdu:
"--Burası Taybe'dir. Deccal'i sürer çıkarır, tıpkı körüğün, demirin pasını çıkardığı gibi."
Buhari, Megazi 17, Fedàilu'l-Medine 10, Tefsir, Nisa 15; Müslim, Munafikun 6, (2776); Tirmizi, Tefsir, Nisa (3031).
4492 - İmran ibn-i Husayn RA anlatıyor: Rasûlüllah SAS buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup (taife), hak üzerine savaşmaya devam edeceklerdir. Onlar kendilerine meydan okuyanlara karşı muzafferdirler. Öyle ki, bunların sonuncuları Mesih-Deccal'le de savaşırlar."
Ebû Dâvud, Cihad 4, (2484).