GERÇEK DÜNYA & GERÇEK TERÖR
GÖRDÜĞÜMÜZ VE YAŞADIĞIMIZ OLAYLAR SANDIĞIMIZ GİBİ MAHSUN DEĞİLDİR..! Ü.Keskin
UYANMA PROJESİ
Farkında olmadan bizler kime, kimlere, hangi sisteme hizmet ediyoruz? kimin tarafıyız? Bu dünyada olmuş, olan ve olacak savaşlar sadece hak ve batıl savaşıdır.
Bu siteyi hazırlamama sebep, h.z İbrahimin ateşini söndürmeye giden karınca misali tarafımızı belli etmektir.
Ü,Keskin
Bu siteyi hazırlamama sebep, h.z İbrahimin ateşini söndürmeye giden karınca misali tarafımızı belli etmektir.
Ü,Keskin
3 Şubat 2011 Perşembe
Anadolu’da 64 Bin Kafatası niçin ölçüldü ?
1930’lı yılarda düzenlenen Türk Tarih kurumu Toplantı tutanakları olan kitapları buldum Fen Lisesinin tarihi kitaplığında. Tarihçiler Türk’ün tanımını yaparken özellikle Atatürk’ün sarı saçlı mavi gözlü ve beyaz ırk formuna benzer ve Brakisefal örneğinde olduğu hakkında tebliğler vermişlerdi. Bahsi geçen tebliğ metinlerini hayretler içinde okudum. Atatürk dalkavukları onu öve öve göklere çıkarıyor ve onun kafatasını Türk ırkının en iyi örneği kabul ediyordu.
Afet İnan adındaki şakşakçı bir hanımın harita üzerinde Alaiye şehir ismini bir çırpıda değiştirip Alanya yaptığını öğrenince tarihi tersinden araştırmaya ve sorgulamaya karar verdim. Atatürk’ün kafatasında ilahi özelik arayanlar Belçikalı kafatası profesörü PİTTARD’a Türk ırkının kafatası formülü bile çıkarmışlardı. 1930’lu yıların sonlarında önce Atatürk’ün kafatası ölçülmüş, daha sonra Anadolu’nun her yerinden mezarlar açılarak kafatasları ölçülmüştü. Adana Türkocağı’nın davetlisi olarak konferans vermeye gelen Reha Oğuz Türkan ile özel bir sohbet ortamında “Anadolu’da kaç kafatası ölçüldü?” sorusunu sordum. Ve orada “Ben dahil 64 bin kafatası ölçüldü” cevabını vermişti.
Yazının üstteki kısmını kim kaleme aldı bilmiyorum çünkü belirtilmemiş.Lakin günümüzde sıklıkla kullanılan “Kafatası Milliyetçiliği” terimi de ayrı bir anlam kazanıyor bunları okuduktan sonra.Görülen o ki tıpkı Hitler’in Üstün Irk,Ari Irk araştırmalarından esinlenilerek böyle bir çalışmaya girişilmiş ve nihayetinde ölmüş insanlara dahi mezarlarında rahat verilmemiş.En üstün ırk bizim Irkımızdır ispatı için insanlar yaşıyor yada ölmüş olsun birer kobay gibi kullanılmış.Mimar Sinan’ın KAfatasının da ölçüm için alınıp sonradan ortadan kaybolduğunu bilmekteyiz.Belki o arşivler hiçbir zaman açılmayacak ve tarihte bir gizem olarak kalacak belkide birgün bir cesur insan çıkıp ne var ne yok ortaya döküverecek.Bakalım zaman ne gösterecek ?
Yazımızın devamında Wikipedi ‘de konuyla ilgili yazılmış olan şeylere de yer vermek istiyorum.Belki ilginizi çekebilir.
Kafatası ölçümü, kafatası kemiklerinin uzunluklarının ölçümüne dayananan teknik.
Yirminci yüzyıl başlarında antropolojistler tarafından insan popülasyonlarını kategorilendirmek için başvurulan en yaygın yöntemden biriydi. Amerikalı antropolog Carleton Stevens Coon tarafından 1960′lı yıllara kadar kafatası indeksi insanları kategorilendirmek için kullanılmıştır. Sadece Amerika’da beyaz ırktan olanlar Coon’un kitabında yer verdiği şekilde Kafkas ırkından diye adlandırılmaktadır.[1]
Kafatası ölçümü, 20. yüzyılın ortasına kadar bilimsel ırkçılıkta, ırkların karakteristiklerinin tasnifinde kullanılmıştır. Bu ölçüm, 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupalı Ari ırk ve üstün ırk ideolojilerine temel oluşturmuştur.
Kafatası endeksi, kafanın azami genişliğinin azami uzunluğuna bölümünün 100 ile çarpılmasıyla hesaplanır (yatay düzlemde veya önden arkaya doğru). Hesaplanan gösterge 75′den küçük ise kafatası, üstten bakıldığında uzun ve dar demektir. Bu tip kafatasları dolikosefal (İngilizce:dolichocephalic) olarak adlandırılır ve tipik Avusturalya yerlileri Aborjinler ve Güney Afrika yerlileri bu sınıfa girer. Endeks 75 ile 80 arasında ise kafatası neredeyse ovaldir (yuvarlak). Bu tip kafataslarına mezosefal (İngilizce: mesaticephalic) denir ve tipik Avrupalı ve Çinlilerde görülür. 80 ve üzeri endekse sahip kafatasları geniş ve kısadır ve brakisefal (İngilizce:brachycephalic) olarak adlandırılır. Bu sınıftaki kafataslarına daha çok Moğollar ve Andaman ve Nikobar adaları yerlilerinde görülür.[2]
Yirminci yüzyılın başlarında insan popülasyonlarını kategorileştirmek için yaygın olarak kullanılmıştır. ABD’li antropolojist Carleton Stevens Coon, fiziksel antropoloji araştırmalarında, insan popülasyonlarının sınıflandırılması için 1960′lı yıllara kadar kafatası endeksi yöntemine de başvurmuştur.
Günümüzde kafatası endeksi, insan popülasyonlarının tasnifinde kullanılan yöntemler arasında değildir. Bu yöntem sadece bireylerin görünümlerinin tanımlanmasında ve Fetüs’ün yaşının belirlenmesinde kanuni haller ve gebelik ile ilgili sebeplerde başvurulmaktadır.
Hayvanların tasnifinde özellikle kedi ve köpeklerin sınıflandırılmasında kafatası endeksi kullanılır.
Sadece kafatası eni ve boyunun oranına dayanan kafatası indeksi yöntemi yerine modern tıpta kapsamlı yüz ve kafa iskeleti yapısı ölçümüne dayanan ve paleoantropolojide, fiziksel antropolojide kullanılan ve Adli tıp’ın başvurduğu kafatası ölçüm bilimi olan antropometri (İngilizce:Craniofacial anthropometry) kabul gören bir tekniktir. Kafatası antropometrisinde, kafatası bulunan ölülerin ve hatta fosillerin plastik yöntemler ile yüzlerinin hayattaykenki görünüşlerinin yeniden oluşturulmasında yararlanılmaktadır.
2 Şubat 2011 Çarşamba
Zülkarneyn kimdir ? Yecüc ve Mecüc ve Çin Seddi ilişkisi
“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık. Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında, onların önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir millet buldu. “Ey Zülkarneyn!” dediler, “Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi vermeyi teklif ediyoruz, ne dersin?” O da şöyle cevap verdi: “Rabbimin bana verdiği imkânlar, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım. Demir kütleleri getirin bana!” Zülkarneyn iki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince: “Körükleyin!” dedi. Tam onu bir ateş haline getirince, “Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim.” dedi. Artık o Ye’cüc ve Me’cüc’ün, ne seddi aşmaya, ne de onda delik açmaya güçleri yetmedi. Zülkarneyn: “Bu, Rabbimden bir rahmettir, bir lütuftur, dedi. Rabbimin tayin ettiği vakit gelince, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi mutlaka gerçekleşir”(Kehf, 18/90-98).
Bu konu eskiden beri alimler arasında tartışmalı olan Kur’an’ın “mübhematı” denilen belirsiz yerlerden biridir. Bizim anlattıklarımız, alimlerin görüşlerini yansıtmaktan ibarettir.
Kur’an’da coğrafik konumuyla birlikte tasvir edilen zulkarneyn seddi genellikle tefsirciler tarafından –bu tasvire uygun olarak- uzak doğu bölgelerinde olduğuna hükmedilmiştir.
Kadı Beyzavî’nin içinde bulunduğu bazı alimler bunun Azerbeycan ile Ermenistan tarafında, Türkistan topraklarının bittiği yerde olduğunu söylemişlerdir.
Zemahşerî ve Ebu’s-Suud’un da içinde bulunduğu diğer bir kısım alimlere göre, Kur’an’da ifade edilen iki dağdan maksat Türk toprağının bittiği yerdir. Eğer bundan maksat maveraunnehir denilen küçük Türkistan ise, bu görüş Çin seddi yerine işaret etmektedir(bk. Elmalılı, ilgili ayetin tefsiri).
Bediüzzaman said Nursi’ de bu görüşü benimsemiştir.
Bugün bu meşhur Çin Seddi bu vasıfları taşımaktadır. Görenlerin anlattıkları da bu merkezdedir.
İlgili ayetlerde -mealen- yer alan “Nihayet güneşin doğduğu yere varınca” ifadesinden güneşin orada bulunmadığını değil, bulunduğunu anlamak gerekir. “Onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık” ifadesinden ise, Zulkarneyn’in en son fethettiği yerin, medenî yaşayıştan uzak, ilkel(çıplak, evsiz, barksız) yaşayan bir uzak doğu topluluğunu anlamak gerekir.
Bununla beraber, yukarıdaki açıklamayı iki yorum halinde verebiliriz:
Birincisi: Zulkarneyn, Japonya, Kore, Çin bölgesine varmıştır. Orası, dağ veya ağaç gibi -güneşten biraz olsun koruyan- bir örtünün olmadığı bir yer idi.
İkincisi: Orası, çıplak, evsiz, barksız olarak yaşayan ilkel bir topluluk vardı(bk. Şevkânî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
Ayrıca, Zulkarneyn’in yaptığı sed –Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi- Çin seddidir. Buna göre, “onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık” ifadesinden, onların güneşin üzerine ilk doğduğu bir bölgenin insanları olduğunu anlamak da mümkündür. Bu ifadeyle, en uzak doğu sayılan Çin bölgesine işaret etmekle, yapılan seddin de Çin Seddi olduğuna bir ima yapılmıştır.
Veli mi, peygamber mi olduğu hususunda kesin bir şey söylenemeyen Hz. Zülkarneyn hakkında Bediüzzaman Hazretleri “Yemen Padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır’dan ders almış” derken onun velî olduğuna işaret etmekte, bir başka ifadesinde de “Zülkarneyn olan İskender-i Kebirin (Büyük İskender’in) nübüvvetkfirâne (peygambere yaraşır bir şekilde) irşadatıyla” (Lem’alar, s. 100-101) derken peygamberliğine işaret ettiği anlaşılmaktadır. Pek çok tefsirlerde de peygamber olduğu görüşü ağırlıktadır.
Çin Şeddini de Hz. Zülkarneyn yapmıştır. Kur’ân’ın ifadesiyle Ye’cüc ve Me’cüc olarak isimlendirilen Mançur, Moğol ve Kırgız kabileleri, Hindistan ve Çin bölgesinde yaşayan mazlum ve masum insanlara pek çok defalar saldırıp vahşî bir şekilde öldürüyorlardı. Bu bozguncu ve çapulcu millet, Himalaya dağlarının arka taraflarında yaşamaktaydı. Girdikleri yerde âdeta taş üzerinde taş, omuz üzerinde baş bırakmıyorlardı.
İşte bu zalim ve gaddar milletlerin zulüm ve tecavüzlerinden, çevrede yaşayan kavimleri kurtarmak için Hz. Zülkarneyn Çin Şeddini yapmıştır. Böylece zalimlerin önüne duvardan bir perde ve zulümlerine karşı da taştan bir bina dikilmiş oldu. Ansiklopedilerde geçen bilgilere göre, daha sonraları Çin hükümdarları bu şeddi genişletip, uzatmışlar, zamanla da bakımını yaparak bu güne kadar gelmesine vesile olmuşlardır.
“Acâib-i seb’a-i âlemden”, yani dünyanın yedi harikasından sayılan Hz. Zülkarneyn’in yapmış olduğu sedlerden birisi olan “Çin Şeddi” binlerce sene yaşadığı halde meydanda duruyor.” İnsanın eliyle zemin (yeryüzü) sahi-fesine yayılan, mücessem, mütehaccir (taşlaşmış), manidar; tarih-i kadimden (geçmiş tarihten) uzun bir satır olarak okunuyor.” (Şualar, s. 58-61)
Bu seddin harap olmasıyla kıyametin de kopmasını Kur’ân’ın nasıl işaret ettiğini iki nükte şeklinde izah eden Bediüzzaman şöyle demektedir:
“Bu sed nasıl harap olacak, öyle de, bu sed dahi dağ gibi metindir. Ancak dünyanın harap olmasıyla hâk ile yeksan (yerle bir) olabilir. İnkılâbat-ı zaman tahribat yapsa da çoğu sağlam kalır.”
Meşhur olan Çin Şeddinden başka daha birçok sedler de yapılmıştır. Bunlardan İskender-i Rûmî gibi cihangir ve kuvvetli hükümdarlar maddî olarak, bazı peygamber ve veliler de manevî bakımdan “o Zülkarneyn arkasından gidip, iktida edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarındaki sedleri, sonra dağlar başlarında kaleleri kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşad ve tedbirleriyle tesis etmişler.” Yine Roma krallarından birisi İngiltere’de, İran Nüşirevanlarmdan diğer birisi de Kafkas dağlarında Derbent taraflarında, çapulcu ve bozguncu Tatar milletinin hücumunu durdurmak için Hz. Zülkarneyn gibi sedler inşa etmişler.
Bu hususta daha geniş bilgi için isimlerini verdiğimiz eserlere de müracaat edilebilir.
Kaynak : sorularlaislamiyet.com
30 Ocak 2011 Pazar
Yahudi yazardan Atatürk’le ilgili Şok iddialar
1911′in yağmurlu bir Kudüs akşamında bir barda gazeteci Ben-Avi’ye sırrını açıklayan çakırkeyf genç Osmanlı subayı modern laik Türkiye’nin kurucusu Atatürk müydü?
Bundan bir sene önce 24 Temmuz 2007′de The New York Sun editörü Hillel Halkin, köşesine ilginç iddialar taşıdı. Adalet ve Kalkınma Partisi?nin yüzde 47 ile kazandığı seçimlerden iki gün sonra yazdığı yazıda Halkin, bundan 13 yıl kadar önce yazdığı bir makaleyle ilgili olarak ortaya çıkan yeni kanıtları ileri sürdü.
Ben-Avi adlı bir gazetecinin otobiyografisine dayandırdığı iddiasına göre Atatürk bir Yahudi Dönmesi’ydi.* ?O zamanlar Türkiye?sinde ayaklanmalar başlatacağından ve laik devrimi devireceğinden endişe? ederek yayınladığı yazısına, 2007′de e-postayla gelen cevaptaki diğer kanıtları da bu yazısında paylaştı.
TIMETURK’ün ortaya çıkardığı bu yazının tercümesini okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
Atatürk’ün Türkiye’si devrildi
Bundan 12 ya da 13 yıl kadar önce haftalık New York gazetesi Forward için çalışırken modern laik Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk hakkında bir yazı yazdım ve biraz da endişeyle gazeteye yolladım.
Yazıda, Atatürk’ün babasının Yahudi, daha da net bir ifadeyle, Dönme olma olasılığıyla ilgili kanıtlar sunmuştum.
Dönmeler*, 17′nci yüzyıl Mesihlik iddiasındaki Türk-Yahudi?si Sabetay Sevi’nin İslam’a dönmesinin ardından ona inanmaya devam eden takipçilerinin oluşturduğu heretik** Yahudi tarikatıdır.
Sevi?ye öykünerek Yahudi gizil hayatlarına devam eden ve dışarı karşı Müslüman görünen ayrı ve gölgeler içindeki grup varlığını 20?nci yüzyıla başarıyla taşıdı.
Birçok biyografide Atatürk?ün babasıyla ilgili 3 ya da 4 farklı geçmiş verilir. Her ne kadar kimse onu Yahudi olarak tanımlamadıysa da, bunların farklılığı onun aile orijinin sakladığını düşündürmektedir.
Bu kanıt, her ne kadar sınırlı da olsa, oldukça şaşırtıcıydı. Yahudi gazeteci Itamar Ben-Avi?nin Uzun zamandır unutulmuş otobiyografisinde 1911?in geç kışında yağmurlu bir Kudüs akşamında barda tanıştığı genç bir yüzbaşıyı anlattığı bölüm bu kanıtın en güçlü yanıydı.
Çok fazla arak*** içmekten çakırkeyif olan yüzbaşı sadece tüm Dönme ve Yahudilerin bileceği ancak hiçbir Müslüman Türk?ün bilemeyeceği Shema Yisra’el ya da Duy ey İsrail! duasının İbranice açılış sözlerini ezberden okuyarak Ben-Avi?ye Yahudi olduğu sırrını verdi. Yazdığına göre, 10 yıl sonra, Ben-Avi, bir gazeteyi açtığında manşette Türkiye?de bir darbe olduğunu ve fotoğraftaki liderin o gece tanıştığı genç subay olduğunu gördü.
O sıralar, Atatürk tarzı laikliğe İslamcı siyasi muhalefet güç kazanıyordu. Merak ediyordum, New York’ta Yahudi bir gazete modern Türkiye’nin kurucusunun yarı Yahudi olduğunu ilan etse ne olurdu? Ayaklanmalar, Atatürk’ün heykellerinin yıkılışı, onlarla yarattığı laik devletin sallandığı gözlerimin önüne geldi.
Tasalarımı kendime saklayabilirdim. Makale Forward’da yayınlandı ve herhangi bir yerden doğru dürüst bir geri dönüş olmadı ve Türkiye?de hayat eskisi gibi devam etti. Bildiğim kadarıyla yazdığımı tek bir Türk bile okumadı. Sonrasında, birkaç ay önce, okumuş olan birinden bir e-posta aldım. Adını vermeyeceğim. Bir Avrupa ülkesinde yaşayan, iyi eğitimli, finans sektöründe çalışan ve sadık laik bir Kemalist olan bu kişi bana Forward’da makaleme rastladığını ve onunla ilgili tarihi araştırma yapmaya karar verdiğini yazdı.
Atatürk’ün gerçekten de, 1911′in geç kışında Libya’da İtalyanlarla savaşan Türk kuvvetlerine katılmak için Mısır’dan Şam’a gittiğini ve rotasının Ben-Avi’nin onunla tanıştığını iddia ettiği yerden yani Kudüs’ten geçmiş olabileceğini keşfettiğini aktardı.
Daha da ötesi, 1911?de Atatürk?ün gerçekten yüzbaşı olduğunu ve Ben-Avi?nin otobiyografisini yazdığında bilemeyeceği alkol düşkünlüğünün de tutarlı olduğunu belirtti.
E-postanın Türk sahibinin parçaları birleştirerek ulaştığı başka bir şey de şu: Atatürk?ün doğduğu ve büyüdüğü Selanik, onun zamanında yüksek Dönme nüfusu olan büyük bir Yahudi şehriydi. Atatürk’ün gittiği Şemsi Efendi okulu da, Dönme topluğu lideri Simon Zvi tarafından yönetiliyordu. E-posta şu sözlerle noktalanıyordu: ?Şimdi biliyorum, gerçekten biliyorum (ve bir parça bile şüphem yok), Atatürk?ün ailesi gerçekten Yahudi soyundan?.
Zaten benim de en ufak bir şüphem yoktu. Köşemin olası sonuçlarının azametiyle ilgili sanrılardan artık acı çekmediğimden değil, aynı zamanda Kemalist Türkiye’nin laik varlığının yıkılacağından korkmaya ihtiyaç olmadığından bu sefer daha az endişem vardı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin rakipleri karşısında laik Türkiye’nin, en azından Atatürk’ün öngördüğü şeklinin, tarihte kaldığını bile söylemenin mümkün olabileceği ezici bir zaferle tekrar iktidara döndüğü iki gün önceki Türk seçimlerinde resmen ve geri dönülmez şekilde yıkıldı.
Gerçekten sistematik olarak gizlemeye çalıştığı Atatürk?ün Yahudiliği, her şeyin üstünde, onun zamanında neredeyse her Türk’ün büyüdüğü din olan İslam’a karşı sert düşmanlığı ve İslamcı paydaşının sürüldüğü katı bir Türk milliyetçiliği yaratmadaki çelik iradesi gibi onun hakkında birçok şeyi açıklıyor.
I. Dünya Savaşı?nda Hıristiyan Ermeni soykırımından ve 1920′lerde neredeyse tüm Hıristiyan Rumları sürmesinden sonra Türkiye?nin yüzde 99′unu oluşturan Müslüman çoğunluğunun dini kimliğini fena şekilde silmek isteyen bir dini azınlığın üyesinden başka kim olabilirdi?
Atatürk asla Yahudi geçmişinden utanır gibi görünmedi. Sakladı çünkü saklamamak siyasi bir intihar olurdu. Onun mirası laik Türk devleti de bunu sakladı ve bununla beraber içinde niyetleri ve amaçlarının olduğu asla yayınlanmayan kişisel günlüğü de devlet sırrı olarak bunca yıl gizlendi. Artık saklamaya ihtiyaç yok. İslamcı karşıdevrim o ortaya çıkmadan bile Türkiye’de günü kazandı.
* Dönmeler: Sabetaycılık, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan Sabatay Sevi’nin kurucusu olduğu, onu mesih kabul eden, Yahudi Mistisizmine ve Kabbala’ya dayanan inanç. (Vikipedia)
** heretik: batıl
*** akar: pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)